| |
1915'in üstünden tam 90 yıl geçti!
Ne zaman Ermeni soykırımı iddiası alevlense, Türkiye ayağa kalkıyor. Sanki birkaç yıl öncesi deşiliyormuş gibi. Oysa 90 yıl geçti... Toplumun daha olgun kalıba dökülmesine yeterli süre... Mahkemenin durdurduğu Boğaziçi Üniversitesi'ndeki etkinliğin, bu gecikmiş evrimin ilk adımı olmasını umuyorduk..
Avrupa Birliği, yaşlı kıtada yüzyıllar boyunca felaketlere yol açan milliyetçiliğin reddi temelinde kuruldu. Din savaşlarının, etnik temizliklerin, kan tufanlarının bir daha asla yaşanmaması için... Bir başka deyişle, Avrupa kendi şeytanlarını yerin yedi kat altına hapsetmenin yolunu "Geçmişiyle yüzleşip geleceğe yönelmek"te buldu. Türkiye böyle bir birlikte yer almak istiyor. Ancak bu amaca ulaşmak için gerekli, hatta zorunlu cesareti, özveriyi, çabayı yalnızca hükümetlerin veya siyasi kadroların omuzlarına yüklersek, bu, toplumsal korkaklık ve bencilliğimizin tescili anlamına gelir. Türkiye'yi Kopenhag Kriterleri'ne, ya da daha evrensel ifadeyle, çağdaş demokrasiye taşıma misyonunda aydınlar da siyasi kadrolara el vermek, hatta öncülük yapmak zorundalar. Gerekirse siyasetçilere rağmen. Gerekirse rüzgâra karşı yürüyerek... Boğaziçi Üniversitesi'nde bugün yapılması planlanan, ancak son anda mahkeme kararıyla durdurulan "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" konulu konferansı biz işte bu açıdan değerlendiriyorduk. Yazık oldu. Hem de çok yazık.
Küflü kilidin maymuncuğu Bu hüzün verici gelişmeye rağmen, 24 Nisan geriliminin bulutları dağıldığına göre, kendimize bazı soruları daha kolay sorabileceğimize inanıyoruz: * Her 24 Nisan öncesi bu kez kimden veya nereden çelme gelecek kabuslarından artık yorulmadık mı? * Yığınla ülkenin ve sayısız kurumun yine her 24 Nisan öncesi bu konuyu şantaj ve tehdit aracı veya fırsatı olarak kullanmasına daha ne kadar katlanacağız? * Her iktidarın "Benden sonra gelecek olanlar düşünsün" anlayışını daha ne kadar sürdürebileceğiz? Bu cesaret yoksunluğunun tutsağı haline geldiğimizi görmüyor muyuz? Hayır; Ermeni soykırımı iddialarını tanınmasını falan istediğimiz yok. Bunun kolay kolay kabullenilemeyeceğini biliyoruz. İyi ama karşı tarafın da soykırım iddialarını reddetmesi mümkün değil. Peki, bu sonsuza kadar böyle mi sürüp gidecek? Hiç mi çıkış yolu yok? Bizce var. "Soykırım" iddiaları Ermenistan Ermenileri'nin değil, diaspora Ermenileri'nin yatıp kalktıkları ve sürekli canlı tutmayı babadan oğula başlıca vasiyet kabul ettikleri bir konu. "Kazan-kazan" anlayışını dış politikada -doğru olarak- eksen yapan Başbakan Erdoğan, Ermenistan eski Cumhurbaşkanı Levon Der Bedrosyan'ın önerisini canlandırabilir. Türkiye 1991'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan'ı tanımak için "Soykırımın reddi" koşulunu öne sürünce, Bedrosyan "Bunu ben dahil dünyadaki hiçbir Ermeni kabul edemez. Ancak gelin soykırımı rafa kaldıralım ve ilişkileri başlatalım. Göreceksiniz, yıllar sonra kimse soykırımı o raftan indirmek istemeyecek " demişti. Hiç değilse bugün bu yaklaşımı düşünmeye değmez mi? Sınır açılsa, ticaret kanalları işlemeye başlasa, halklar birbirine gidip gelse, sivil toplum ve üniversiteler işbirliği köprüleri kursa... Hiçbir şey olmasa, en azından Ermenistan Ermenileri diasporanın tutsaklığından kurtarılır. Çünkü Ermenistan tecrit edilmiş konumda kaldıkça, ayakta tutabilmek için diasporanın eline bakacak. O da yardımlarını soykırım davasının canlı tutulmasına bağlamaya devam edecek. Boğaziçi'ndeki konferansla noktalayalım. Türkiye'de bazı çevrelerin bağnazlığı en çok diasporayı mutlu ediyor. Dünkü gelişmeyi haber alınca herhalde bayram yaptılar.
|