Orhan Pamuk mu dediniz?
Amerika'dan arayan bir arkadaşım, hararetli bir biçimde "Nedir bu Orhan Pamuk olayı?" diyor. "Bilmem, nedir?" diyorum. "Duymadın mı dava açıldığını. Washington'da herkes bunu konuşuyor." "Haa.. Dava. Evet, var öyle bir şey. Ama burada çok büyük haber değil. Savcının biri açmış. Ama ciddi bir şey olacağını sanmam" "Sizde olmayabilir, ama burada Türkiye'yle ilgilenen herkes bundan konuşuyor. Washington Post ve New York Times başyazı yazdılar. Amerika'nın her köşesindeki yerel gazeteler de sendikasyon usulü bu yazıları başyazılarında kullandı." Gerçekten de oturup eylül başından beri New York Times, Washington Post ve Wall Street Journal'ın "Benim Adım Orhan" başlığıyla verdiği yazıları artarda okuyorum. New York Times'daki makale şöyle başlıyor: "Başbakan Erdoğan önümüzdeki hafta Birleşmiş Milletler'de Türkiye'nin AB üyeliğini yavaşlatmaya aday konulardan birini ele alacak: Kıbrıs'ın tanınması. Ama asıl Erdoğan, Türk kimliğini 'aşağıladığı' gerekçesiyle hakkında dava açılan ünlü Türk yazar Orhan Pamuk'un durumunu ele almalı." Hemen hemen tüm makaleler, Pamuk'la ilgili açılan davanın Avrupa Birliği sürecinde bir Türkiye için hayal kırıklığı olduğunu vurguluyor. Yazıların hışmı ve aktarmaya çalıştığı "aciliyet" duygusu şaşırtıcı. Çünkü Pamuk'un hapse girmesi gibi bir ihtimal gerçek anlamda yok ve "hakkında soruşturma açılması" Türkiye'de kamuoyunun ön saflarındaki insanlar için "kanıksanan" bir durum. Alıştığımız türden bir garabet. Tam aralarda, üst düzey bir siyasetçi sohbet esnasında "Siz Amerika'yı tanıyorsunuz. Neden Orhan Pamuk'a bu kadar destek var? Arkasında ne var?" diye soruyor. Dilimin döndüğünce Pamuk'un şu anda yurt dışında en tanınan Türk yazar olduğunu; edebiyatta Nobel alabileceğini; kitaplarının çok sattığını ve Pamuk'a dava açan Savcı Turgay Evsen'e gerekçe oluşturan "Türklüğü alenen aşağılamak" gibi bir suçun Batı kamuoyunda "algılanmasının" neredeyse imkansız olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Aslında savcı, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesine göre hareket ediyor. Ancak Batı'daki düşünce özgürlüğü geleneğinde, Fransızlığı, Amerikalılığı, Almanlığı; ya da Fransa'yı ABD'yi, Almanya'yı; ya da Fransa Cumhurbaşkanı, ABD Başkanı ya da Alman Şansölyesini, "aşağılamak" ya da "alenen aşağılamak" (hatta birçok durumda hakaret etmek) "suç" değil. Bizde ise "milli hassasiyetler" ifade özgürlüğünün sınırlarını belirliyor. Üstelik "iktidar" ve "otoriteye" olan yaklaşımın, geleneksel "saygı" kavramlarını aşmaması, hukuken zorunlu kılınıyor. Kamuoyunun da istek ve desteği bu yönde. Yani çıkıp saygısız bir üslupla bir lideri eleştirmek, toplumda hoş görülmüyor; karikatürünü yapmak ise zaten cezaya tabi. Peki Orhan Pamuk olayı bir istisna mı? Yoksa Türkiye'nin "demokratik standart" ve "değerler" açısından Avrupa Birliği ve ABD'den "temel farklılıkları" olduğunun mu göstergesi? Pamuk'a dava açılmasına neden olan olay, İsviçre'nin Tagesanzeiger gazetesine verdiği bir demeçte "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" sözleriydi. Türkiye'de birçok kişi Orhan Pamuk'un demecinin haksız ve provokatif olduğu görüşünde. Ama asıl soru şu: "Demokrasi sizin gibi düşünmeyenlerin ifade özgürlüğünü savunmak" ise, toplum olarak Orhan Pamuk'u savunmaya hazır mıyız?
|