|
En sevdiği kitap sanki onu yansıtıyor: Küçük Prens
|
|
Sinema tarihinde öyle sanatçılar olmuştur ki hiç yaşlanmamış, çok genç yaşta ölüp varlıklarını en genç ve güzel görünümleriyle bizlere armağan etmişlerdir. Onların başında da James Dean gelir.
Melekler dünyadan uzak kalamazlar. Ve zaman zaman kentlerin üzerinde dolaşıp dururlar. İnsanları gözlemlemek, onlara yakın olmak, hatta (son dönemin kimi Amerikan filmlerinde görüldüğü gibi) onlara yakınlaşmak, giderek aşık olmak için... Melekler kimi zaman Paris üzerinde dolanırlar, kimi zaman Wim Wenders'in ünlü filmindeki gibi "Berlin Üzerinde Gökyüzü"nde... Eski Yeşilçam'daki melekli filmlerin çokluğuna bakılırsa ("Annem Bir Melekti", "Melek Sevgilim", "40 Küçük Melek" vs.) İstanbul'a uğramışlıkları da vardır! Ama asıl yuvaları Los Angeles gökleri olmalıdır. Yalnızca bu adın İspanyolca'da "melekler" anlamına gelmesinden ötürü değil! Ama aynı zamanda, Amerikalıların "City of Angels" dedikleri "Melekler kenti"nin sinema aleminin başkenti olmasından dolayı... Çünkü, sinemanın anlatmayı sevdiği hikayelerde melekler hep vardır, sinemanın da meleklere hep ihtiyacı vardır. Elbette onları değerlendirecek ve dengeleyecek kötülerin, cadıların, günahkarların, hain ve zalimlerin, tek sözcükle şeytanın uşaklarının da varolması koşuluyla... Ve sinema tarihinde öyle sanatçılar olmuştur ki, hiç yaşlanmamış, yaşlanma fırsatını bulamamışlar ve çok genç yaşta ölüp giderek varlıklarını en genç ve güzel görünümleriyle bizlere armağan etmişlerdir. İşte onlar artık ölümsüz birer melek katına yükselmişlerdir. Hepsinin başında da James Dean gelir.
YALNIZ BÜYÜDÜ Çünkü James Dean gerçekten de çok genç öldü: Sadece 24 yaşında.. Bu yaşta zirveye ulaşan ve hemen ardından da en güzel haliyle aramızdan ayrılan kaç kişi var? O, İngiliz kökenli bir ailede doğdu: 8 Şubat 1931'de...Ve 30 Eylül 1955'de dünyamıza veda etti. Sadece üç film çekmişti. Ama ne filmler.. Bunlardan sadece ilkini, "Cennet Yolu"nu perdede izleyebilmişti. Diğerleri ancak onun ölümünden sonra gösterildi. Böylece James Dean, en az sayıda filmle ölümsüzleşen sanatçı oldu. Üstelik efsanesi ancak ölümden sonra gelen ve içerdiği trajik kaderle, ölümsüz olmaya adeta mahkum bir kişilik... Ana-babası genç yaşta ayrılan ve tüm çocukluğunu amca ve teyzesinin Indiana eyaletinin Fairmont kasabasındaki çiftliğinde geçiren genç James Byron Dean, oyunculuğa olan eğilimini farkederek NewYork'a geldi. İlk yıllarında neler yaptığı tam olarak bilinmiyor. Efsane ortaya çıkınca, bu yılları herkes istediği gibi doldurdu. Yasadışı işlerden eşcinsel ilişkilere kadar neler, neler anlatılmadı. Fransız yazarı Andre Gide'in "Immoraliste" (sözlük karşılığı 'töre tanımaz') romanından uyarlanan oyunla Broadway'e adım attı. Bu oyunda melek yüzlü ama ahlaksız bir genci oynuyordu. Aynı yıllarda (1950'lerin başları) küçük sinema rolleri geldi. Eğer Elia Kazan onu beğenip John Steinbeck'ten uyarladğı "East of Eden- Cennet Yolu" filminde baş rol önermese, belki bu küçük roller devam edecekti. Dean, İncil'den alınmış referanslara dayalı bu görkemli dramda Kaleb rolünü yüklendi: İki kardeşten "kötü" olanı... Ama kötülüğünün ardında gerçek bir baba şefkatine muhtaç olan zayıf, kırılgan bir yaratık... Yani, tıpkı babasız büyümüş James Dean'in kendisi. Tuhaftır, baba-oğul ilişkisi sonraki filmi "Asi Gençlik"teki Jim Stark karakterinin de baş sorunu olacaktı. O başına buyruk, asi, tatminsiz ve öfkeli genç adam karakteri, son filmi olan George Stevens imzalı "Devlerin Aşkı"ndaki Jett Rink'e de damgasını vurmuştu. Böylece James Dean, üç filmle gelip 1950'ler gençliğini tüm sorunları, zaafları ve özellikleriyle, adeta bir ressam gibi çizdi. Portre öylesine güçlüydü ki, zamana da direndi ve gençlik isyanının zaman-ötesi bir yansıması olup çıktı. İşte efsanenin özü..
YÜZYILIN OYUNCUSU Ve sonra o meşum kaza geldi. "Devlerin Aşkı"nın setinde otoyollarda aşırı hızın tehlikeleri üzerine bir kısa eğitim filminde gözüken Dean, bundan sadece iki hafta sonra, kullandığı Porsche Spider'la Kaliforniya'nın Salinas bölgesinde yapılacak olan yarışa bizzat katılmak üzere giderken, bir kavşakta bir arabayla çarpıştı. Ve ölüp gitti. Elbette çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Belgesel filmler yapıldı, biyografiler yazıldı. Son yıllarda yapılan bir kazanın dakika dakika canlandırılması, Dean'in sadece 80-85 km. hızla gittiğini kanıtladı. Ama şarkılar öyle demediler. The Eagles gurubunun onu anlatan şarkısı "Too fast to live, too young to die- Yaşamak için çok hızlı, ölmek için çok genç" diyordu. David Essex'in "Rock On", REM'in "Electrolite", Madonna'nın "Vogue" şarkıları ona adanmıştı. Ve efsane adım adım yürüdü. "Cennet Yolu"yla Oscar adayı olduğunda, ölümünden sonra aday olan ilk yıldız oldu (ardından üç kişi daha geldi). "Devlerin Aşkı"nın çekimlerinde kavgalı olduğu Rock Hudson, ölüm haberinden sonra günlerce evine kapandı ve kendisini suçlu hissettiğini söyledi. Tek sevdiği kadın olduğu söylenen İtalyan yıldızı Pier Angeli, annesinin baskısıyla Dean'den koptuktan yıllar sonra intiharından önce yazdığı mektupta, Dean'in sevdiği tek erkek olduğunu açıkladı. Amerikan Film Enstitüsü'nün yüzyıl sonu soruşturmasında, gelmiş geçmiş en ünlü 18. oyuncu seçildi. Empire, Premiere, Entertainment Weekly gibi ünlü dergilerin benzer araştırmalarında da hep ilk 50'nin içine girmeyi başardı. 1996'da adına pul basıldı. Ve bugün, 50 yıl sonra, James Dean, belleklerimizde hep o yakışıklı haliyle duruyor... En sevdiği kitap neydi, biliyor musunuz? "Küçük Prens". Yani, en son alınan bir kararla "tavsiye edilen 100 kitap" listesinden çıkardığımız ünlü Saint-Exupery romanı... Belki de dünyaya yukarıdan, yıldızlardan bakan küçük prens kimliği, gerçekten de James Dean'e en çok yakışan kimlikti.
|