Mississippi - Dicle hattı!..
Amerikan Silahlı Kuvvetleri, dev savaş makinesiyle Irak'a girdi. Görünürdeki amacı Irak'ı Saddam'ın zulmünden kurtarmaktı... Irak'ı kurtarmak(!)tı... Olmadı! Kurtaramadı! İşgalin başlamasından bu yana ölenlerin sayısını kimse bilmiyor. Yüzbin sivilin öldüğünü söyleyen de var, ölü sayısının yüzbinleri aştığını öne süren de. Ama bilinmeyenler yalnızca savaşın "insani bilanço"suyla ilgili değil. "Siyasi bilanço"nun ne olduğunu, ne olacağını ve Irak'ta bundan sonra neler yaşanacağını da kimse bilmiyor. Belirsizlik, kaosu, kaos yeni trajedileri çağrıştırıyor. Güney komşumuz işgal edilirken, işgale alkış tutanlar bugünlerde en karamsar(!) yazıları kaleme alıyorlar: Irak'ta durumun; hem Irak halkı, hem de Türkiye için felakete gittiğini yazıyorlar. Dahası, ABD'nin "B" planı bulunmadığını ve kendini bataklıktan kurtarmak için bir an önce çekilme hesapları yaptığını, asıl felaketin de doğacak bu otorite boşluğunda yaşanacağını söylüyorlar. Parçalanmanın eşiğine gelmiş, bir yanda Kürt devleti, bir yanda şeriat yönetimi kurulmuş Irak... Yarının "kurtarılmış" Irak'ı, Saddam zaliminin dünkü Irak'ına bile rahmet okutuyor. Ve hiç yaşanmamış şeyler oluyor Irak'ta... Hayat, her an ölümle yatıp kalkıyor. İnsanın ve hayatın iliklerine işlemiş ölüm korkusu, yüzbinlerce insanı bir köprünün üstünden nehre döküyor. Geride bin çift fukara terliği... Sakin sularında yüzlerce ceset taşıyor Dicle... Savaş makinesi ne yapıyor böyle?
Ve sakin sularında yüzlerce ceset taşıyor Mississippi... Asrın en güçlü savaş makinesininin çabalaması boşuna. Acımasız savaşı doğa kazanıyor ne yazık ki... Binlerce kilometre uzakta tarihin akışını istediği yöne çeviremiyor makine. Ve... Binlerce kilometre uzakta kasırganın ve suların akışını istediği yöne çeviremiyor makine. Onu yapamazsa, bunu yapamazsa ne işe yarar bu makine? Savaş makinesi ne yapıyor böyle?
Ya Dicle'de ve Mississippi'de aynı günlerde ölenlerin "azınlıktaki çoğunluklar" olması nasıl bir ortak kaderdir acep? Şiiler, yüzde 60'lık nüfuslarıyla Irak'ın çoğunluk halkıydılar hep. Ama hep azınlıkta kaldılar. Ülkeyi yüzde yirmibeşlik Sünni azınlığı yönetti yıllarca, Saddam'ın gölgesinde. Ve Mississippi nehrinin kıyısında... New Orleans kentinde... Siyahlar yüzde 60'lık nüfuslarıyla şehrin çoğunluk halkıydılar hep. Ama hep azınlıkta kaldılar. Şehrin yüzde 25'lik beyaz azınlığı, şüphesiz ülke iktidarının asıl ve asal gücünün bir parçasıydı. Savaş makinesi, işgal etttiği ülkede, bir köprüde kışkırtılan ölüm korkusunu gideremedi. Tersine korkunun körüğü oldu. Bin insan öldü. Ve o makine, kendi ülkesinde; Mississippi'nın kıyısında, geleceğini günler öncesinden haber veren ölüm kasırgasının önünden insanlarını kaçıramadı. Bin insan öldü. Gitmediler. Şehri ve evlerini terketmediler. Gidecek ve umut edecek başka yerleri olmadığından belli ki... New Orleans siyahların şehri olmasaydı; uygarlığın beşiğinde, "geliyorum" diyen felakete "bin ölü vermek" olur muydu hiç? Ölenlerin çoğu, şehrin nüfus oranının da üstünde, neredeyse yalnızca "siyahlardan ibaret" olur muydu?
Bütün bu trajik rastlantıların anlamlı olup olmadığını ya da hiç bir anlamının bulunmadığını biz "geride kalanlar" birbirimize söyleyebiliriz. Fakat... Bin fukara terliğin sahibiyle, binlerce hüzünlü "Blues" şarkısına eşlik etmiş kırık saksafonun meçhul sahibi nasıl diyebilecek ki? Halbuki, o "geride" bıraktıkları; aynı gazetenin sayfalarında buluşmuştular aynı gün, siyah-beyaz fotoğraf karelerinde... Evet... Ne diyebilecekler ve nasıl bileceklerdi ki; "o" savaş makinesinin tarihin ve tabiatın seyrini değiştirmeye gücünün yetmediğini? Savaş makinesi ne yapıyor, söyle!
|