| |
Kıbrıs'ta kozlar bizim elimizde
Anlaşıldı; AB, Kıbrıs konusunda Türkiye'ye karşı "salam politikası" izliyor. Her dönemeçte bir dilim yedirmek. Ancak Erdoğan'ın "patlamasına", Gül'ün de "dönmemek üzere çekip gideriz" tehdidini uygulamasına gerek kalmadan karşı hamleyle AB'nin politikası darmadağın edilebilir.
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat iki gündür önemli açıklamalar yapıyor. "Kıbrıslı Türkler'in olmadığı bir Kıbrıs Cumhuriyeti meşru değil" diyor. Çözümün Türkiye'nin "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanımasından değil, o üyenin meşru bir devlet haline gelmesini ve adanın birleşmesini sağlamaktan geçtiğini vurguluyor. Ve aslında futbolcu Başbakan Erdoğan'a gollük paslar veriyor. En azından KKTC basınındaki yorumlarda öyle deniyor. O yorumların da katkısıyla konuya farklı bir pencere açalım. Türkiye 29 Temmuz'da Ek Protokol'u imzalarken yayınladığı deklarasyonda ne dedi? Hatırlatalım: "Bu protokoldaki Kıbrıs Cumhuriyeti 1960'daki ortaklık devleti değil", o nedenle de "Türkiye bu protokol ile Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımış olmayacak." Peki AB karşı deklarasyonda ne isteyecek? Önce limanları ve havaalanlarını "Kıbrıs Cumhuriyeti" gemi ve uçaklarına açmasını, daha sonra müzakere sürecinde "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile hukuki ilişkilerin normalleştirilmesini. İşte bu noktada duralım. Türkiye bu karşı deklarasyondan sonra AB'ye dönüp "Hangi Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kastediyorsunuz" diye sorsa, ne cevap verirler acaba? "İçinde Kıbrıslı Türkler'in de yer aldığı Kıbrıs Cumhuriyeti" diyebilirler mi? Sadece Rum kesiminin tanınmasını istediklerini söylemeye kalkarlarsa, "Halkının üçte birini yok sayan bir devletin tanınmasını istemek AB hukukuna ve Kopenhag kriterlerine uyuyor mu" sorusuna yanıt bulabilirler mi?
Ezberleri bozacak bir hamle Kıbrıslı gazeteci Şener Levent, "Kıbrıslı Türkler'in Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki ortaklıklarının resmi politika olarak benimsenmesi, tüm parametreleri altüst edebilecek kadar güçlü bir koz" diyor ve ekliyor: "Rum tarafı darmadağın olur, Papadopulos tanınma hakkından bile vazgeçer. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti'ni bir daha Kıbrıslı Türkler'le paylaşmak istemiyor." Türkiye ardından çok daha müthiş bir hamle yapabilir. Onu da Kıbrıslı bir başka gazeteci, Turgut Avşaroğlu'ndan aktaralım: "Türkiye, 3 Ekim'den önce '1960 Anayasası ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıyorum. Garantör ülke olarak anayasal düzenin yeniden kurulmasını ve Kıbrıslı Türkler'in de bu Cumhuriyet'teki yerlerini almalarını istiyorum. Sadece 1974 sonrasının değil, 1963-1974 döneminin de hesaplaşmasının yapılmasını istiyorum. Gümrük Birliği'ni yalnızca Güney'e değil, tüm Kıbrıs'a uyguluyorum' dese, ne olur?" Yanıtı: "Papadopulos'a en büyük kötülüğü yapmış olur." Zira 1960 Anayasası'nın uygulanması demek, Talat'ın veto hakkına sahip Cumhurbaşkanı Yardımcısı sıfatıyla Papadopulos'un yanına oturması, Türk bakanların hükümete, Türk milletvekillerinin de parlamentoya dönmeleri, 1963'te kovulmuş tüm Türk kamu görevlilerinin işlerine iade edilmeleri ya da birikmiş maaş ve tazminatlarının ödenmesi, yerlerinden edilmiş Türkler'in Güney'deki mallarına kavuşmaları demek. Ayıklasın bakalım Papadopulos pirincin taşını... Bitmedi. 8 uluslararası hukukçunun Yunan ve Rum yönetimlerine verdikleri bir rapor var. Diyorlar ki, "Kıbrıs'ta çözüm 1960 Anayasası temelinde olmak zorunda." Neden? Çünkü AB'ye o anayasayla kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyeti girdi. Anlamı: Yeni bir anayasayla yeni bir devlet kurulursa, Kıbrıs'ın AB üyeliği hukuken tartışmalı hale gelir! Özetle, Papadopulos aslında köşeye sıkışmış durumda: Ya statükoyu kabul edecek, ya da 1960'a dönmeyi göze alacak. Kıbrıs'ta kozlar gerçekten bizim elimizde. Değerini bilirsek...
|