| |
Kürtçe konuşan Türk olamaz mı?
Fransız "Le Figaro" gazetesinde dün "PKK'nın hedefindeki Kürt aydınlar" başlığıyla Diyarbakır çıkışlı bir haber yayınlandı. Haber Kürt yazar Mehmet Uzun'un Türkiye'yi terk etmeye karar verdiğini duyuruyordu. Uzun'un kararı iki dayatma arasında sıkışan milyonların trajedisini yansıtıyor..
Mehmet Uzun, Batı'da "Modern Kürt edebiyatının kurucusu" diye tanımlanıyor. Romanlarını Kürtçe, denemelerini ise üç dilde yazıyor: Kürtçe'nin yanı sıra Türkçe ve İsveççe. 56 yaşındaki Uzun, 1972'de bölücülükten hapse mahkum oldu. Kitaplarını Kürtçe kaleme aldığı için. Çıkınca İsveç'e gitti. 12 Eylül'den sonra vatandaşlıktan atıldı. Türkiye ancak 1992'de ona haklarını geri verdi, yurttaşlığa kabul etti. Ama birçok kitabını da "bölücülük" iddiasıyla yasaklamaya, toplatmaya kalkmaktan vazgeçmedi. Her girişim mahkemelerce durduruldu. Uzun 28 yıl sonra eşi ve iki çocuğuyla vatanına döndü. Batı'da çok yankı uyandıran bu kararının nedenini şöyle anlattı: "Geçen zaman içinde Türkiye çok değişti. Bazı engellere ve tepkilere rağmen Avrupa ülkesi olma yolunda ilerliyor. Benim gibi aydınların da bu sürece katkıda bulunmaları gerekiyor." Ama ne yazık ki, Uzun yeniden İsveç'e dönüyor. PKK'yı kastederek "Kürtler 20 yıldır yanlış yapıyor" deyince, 250 kişilik infaz listesine alındığı iddiaları yayıldı. Hem de en başa yazılmıştı adı. O da "Ciddi bir neden olmadan tanınmış bir yazar öldürülecekler listesine alınmaz" diyerek çareyi çekip gitmekte buldu. Uzun'un zorunlu göçü hepimizi düşündürmeli. Çünkü iki köktenci milliyetçilik arasındaki incecik ipte ayakta durmaya çalışan milyonların trajedisini anlatıyor bize. Bir yanda "Kürt değil Türksün" dayatmasıyla asilimilasyona zorlayanlar. Öbür yanda "Sen Kürtsün, tüm taleplerini bu kimlikle seslendirmek zorundasın" dayatmasıyla ayrılıkçılığa sürüklemek isteyenler. Oysa ezici ama sessiz çoğunluk bu tercihlerin ikisini de reddediyor. Türklüğü ulusal, Kürtlüğü kültürel kimlik olarak kabullenen bu büyük kitle asilimilasyon değil, gönüllü entegrasyon çizgisi nde sımsıkı duruyor. Tek isteği, kültürel kimliğinin ifadesi olan diline karışılmaması. Uzun işte bu çoğunluğun cesur sözcüsüydü. "Kürtler haklarını uygun ve uygar bir zeminde istemeli. Türkiye için çalışmalı, barıştırıcı ve birleştiri olmalı. Benim için önemli olan Kürt'ün hakkı, hukuku ve kendini ifade özgürlüğüdür" diyordu. Onun özellikle "Dili yasaklamak bölücülüktür" uyarısını, daha doğrusu çığlığını hiç unutmayacağız.
Bir mektup ve bir yazı O çığlığı geçenlerde İnsan Hakları Danışma Kurulu üyesi Dr. Baskın Oran'ın bir yazısında da duyduk. Yurt dışında çalışan bir Kürt genci ona gönderdiği mektupta bakın neler anlatıyor: "Tatile geldiğimde gördüm ki ailem çanak anten almış. Arada bir de Roj TV'ye bakıyorlar. Askerlerin ölüm haberleri verildikçe annem PKK'lılara kızıyor, askerlere acıyor. Bir böyle, iki böyle... Dayanamadım, 'Niye o zaman bu tv'ye bakıyorsun' diye sordum. 'Kürtçe müzik ve Kürtçe konuşma için' dedi. Annemi ve annem gibileri PKK'nın televizyonuna mahkum edenler, bu ülkeye iyilik yaptıklarını düşünüyorlarsa yanlış yoldalar." Aynı tespiti Kürt aydını Musa Anter de yapmıştı. Neredeyse yarım yüzyıl önce. Anter'in 1958'de Diyarbakır'daki İleri Yurt gazetesinde yayınlanan bir yazısını aktaralım: "Kürtçe cümleler serpiştirdiğim her yazım dava konusu oluyordu. Duruşmaların birinde asliye ceza yargıcı 'Musa Bey, ne diye Kürtçe yazıyorsunuz' diye sordu. Ben de 'Hakim bey, İstanbul'da Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gazete çıkarıyorlar. Ayrıca İngilizce ve Fransızca gazeteler de çıkıyor. Ben Kürtçe yazıyorum diye ne olacak' dedim. Hakim 'Efendim onlar azınlık' dedi." Musa Anter'in yanıtını merak ediyor musunuz? Buyurun: "Benim bir azınlık kadar hakkım yoksa, böyle çoğunluğu ne yapayım?"
|