|
|
Elini uzatır mı bir daha?
Kendi gazetemde bile yüzümü buruşturmama sebep olan haberlerden bahsediyorum daha doğrusu haber yaptığımız gerçeklerden
Son günlerde gazete okurken yüzünüzü buruşturduğunuz oluyor mu? Kötü esprilere başlamayın lütfen "Biz zaten hep buruşturuyoruz falan" diye. Bugün medya eleştirisi dinleyecek günümde değilim. Yeterince duyuyorum etrafımdan zaten. Hazır lafı açılmışken, geçenlerde biri şöyle dedi. "Son 2 yıldır ne televizyon izliyorum ne de gazete okuyorum. Evimdeki televizyonu attım. Gazete almıyorum. Bir yerde gazete görünce de alıp okumuyorum, öylesine tepkiliyim yani." Sustum sustum, sonunda dayanamadım. "Eee nedeeeen?" diye sordum. Meğer beyefendi beyninin temiz kalmasını istiyormuş. Ne gerek varmış saçma sapan şeylerle doldurmaya. Sahi ne gerek var? Bırak doldurma, boş kalsın. Ama bugün bahsetmek istediğim o değil. Son bir haftadır kendi gazetemde bile yüzümü buruşturmama neden olan haberler var. Daha doğrusu haberini yaptığımız Türkiye gerçekleri...
***
Üç buçuk yaşında. Evet yanlış okumadınız sadece üç buçuk yaşında bir çocuktan bahsediyorum. Aslında daha bebek. Gözü şişmiş, bacakları morarmış, öylesine dayak yemiş ki... Yaşadığı diğer işkenceleri yazmayı bırakın, söylemeye hatta düşünmeye bile gücüm yok. Adana'da bir parkta çığlıkları duyuluyor. Birileri buluyor, hastaneye götürüyor. Bulanın kabuslar gördüğüne eminim. İnsan o kadar küçük bir yavrunun öylesine hırpalanmasına nasıl bakar? Bakamaz, inanın. Hastanedeki fotoğrafları ulaşıyor elimize. Yazı işleri masası sessiz, masa üzgün. Bir tek kelime edemiyoruz. Türkiye'de ne kadar çok çocuk dövülüyor. Her gün başka bir işkence mağduru çocuğun haberi geliyor. Niye? Kuvvetimiz onlara mı yetiyor? Gazeteye basarken o miniklerin yüzlerini bantlıyoruz. Simsiyah bantlar takıyoruz gözlerine... Gücüme gidiyor. Niye onların yüzünü bantlıyoruz ki? Suçlu onlar mı? Sırf çocuk oldukları için... Hatalılar mı yani?
***
Açık havada bir davetteyiz. Üç-üç buçuk yaşında bir kız çocuğu koşarken yere kapaklanıyor. Hepimizin ödü patlıyor. Küçük ayağa kalktığı anda herkesin telaşından mıdır bilinmez ağlamaya başlıyor. Yere çömeliyorum. Boynumdaki tahta kolyeyi elimin içinde döndürerek tok sesler çıkarmaya başlıyorum. Sonunda ilgisini çekiyorum. Susuyor, elini uzatıyor. Minnacık elini. Yaptığım sesi yükseltiyorum. Bir kısa gülüş geliyor. Öylesine, içinden bir yerden, bir anda. İki elini birden uzatıyor. Bana, bir yabancıya. "Hadi" diyor "Al beni, kucağına al da, kolyenle oynayayım." Gayri ihtiyari ayağa kalkıyorum, topuklu ayakkabılarımla öylesine büyüğüm, öylesine uzunum ki ondan. Başını taa yukarılara kadar kaldırıyor. Bir gülüş daha geliyor. Yaşamanın tek anlamı belki de...
***
Düşünmeden edemiyorum. Adana'daki küçüğü. Kim bilir, yerden bitme haliyle kime doğru başını kaldırdı, o parkta... Kime gülümsedi? Bir şey ilgisini çekti herhalde.... Kime elini uzattı? Bir yabancıya mı güvendi yoksa.... Tanıdık birilerine doğru mu koştu, ne olacağını kestiremeden? Küçücük boyuyla kime, niye bu kadar büyük bir nefreti hissettirdi? Olaydan iki üç gün sonra ona hediye edilen bisikletin başında gülümsüyordu, buruk... Ne dersiniz elini uzatabilecek mi bir daha? Yoksa o da büyüyünce... Nefret mi duyacak kendisine gülümseyen küçük bir çocuğa?
|