Eşkıya ile mücadelenin baba yasası
Sadettin Tantan önceki gün, özellikle ulusçu kesimden herhangi bir siyasetçinin kolay kolay cüret edemeyeceği bir açıklama yaparak PKK ile mücadele meselesinde işin püf noktasını ortaya koydu: - Siyasi elitlerin tamamı ile, teröre karşı mücadele eden güvenlik kuvvetleri içindeki bir kısım elitler, terörün bu ülkede yarattığı tahribatı anlayamadılar. Çözüm üretemediler. Terörle mücadele İçişleri Bakanlığı' na ve ona bağlı güvenlik güçlerine bırakılmalıdır. Terörle muhatap olması ülkemizin gözbebeği Silahlı Kuvvetler'i yaralar. Silahlı Kuvvetler'in, Türkiye' ye yönelik tehdidi önleyecek zihinsel ve fiziki yeteneklerinden yoksun bırakılması O' nu asli görevini yapamaz hale getirir. Tantan'ın kendine özgü siyasi jargonundan ilginç unsurların da yer aldığı -ama medyanın iltifat etmediği- bu bildiri gerçekten hayati bir çağrı. Neden? Köküne kadar ulusçu, köküne kadar yurtsever ve aynı zamanda köküne kadar demokrat ve çağdaş bir yaklaşım da ondan. Dış destekli de olsa bir şiddet örgütüyle mücadele işinin Ordu'dan alınmasını bu kadar açık biçimde kaç sosyal demokrat, hatta kaç liberal isteyebilir? ('Muhafazakar Demokratlar', iktidarda oldukları halde doğaldır ki böyle bir öneriyi ima ile dahi dile getirmediler, getiremezler; ayrı mesele.) Peki, acaba asker, bir şiddet çetesiyle cebelleşmek durumunda kalmaktan hoşnut olabilir mi? Hiç şüphe yok ki, aklını peynir ekmekle yemedikçe her kurmay, koskoca bir ordunun 'gayr-ı nizami harp' bağlamında da olsa, dağdaki çetelerle boğuşmak durumunda kalmasını mesleği açısından küçük düşürücü bulur. Kurmay adam eğer demokrasiye samimiyetle inanıyorsa, eğer aklının köşesinden bir gün darbe yapmak zorunda kalabileceğini geçirmiyorsa, mensubu bulunduğu ordunun bir 'iç düşman' ile savaşmasını makul bulamaz. Nizami ordu, bir şiddet örgütüyle mücadeleye girdiği zaman kaçınılmaz biçimde fiilen o çeteyi 'gayr-ı nizami ordu' tanımına çıkartır. Tantan'ın da işaret ettiği gibi böyle olunca da birilerinin bu teröristlere 'milis' demesi şaşırtıcı değil. Bir PKK militanı için 'Ben TSK ile savaşıyorum' demek müthiş tahrik ve tatmin edici bir gurur kaynağıdır. Eğri oturup doğru konuşalım; Türk ordusu ile savaşmak, savaşan için şereftir. Ya PKK ile savaşmak Türk askeri için nedir? Sadece ve sadece trajedi. Zira öldürmesen olmaz, öldürsen olmaz. - Efendim ordu PKK ile savaşmıyor, mücadele ediyor, onu eziyor. Hayır; bunlar asla TSK'nın böyle bir iç sorumluluk taşımasını makul kılmaz. Durum Türk milletinin ve Türk devletinin ayıbıdır. Zira maalesef, PKK'nın dünyadaki belirgin anlamı Türk Ordusu tarafından dahi muhatap alınıp savaşılacak değerde bulunmasıdır. Elbette Tantan'ın önerisi bugünden yarına benimsenecek gibi görünmüyor. Oysa bu öneri, hem Türk ordusu için, hem de Türk demokrasisi için en büyük zaaf dinamiğinin ortadan kalkması ile eş anlamlıdır. Lakin önerinin zorlukları çok. Birey birey, en tepeden en aşağıya her kurmay, PKK ile askeri zeminde muhatap olmayı onur kırıcı bulmaktadır. Fakat kendilerinden başka hiçbir gücün de bu belayı defedemeyeceği yönünde şartlanma da baskındır. Ayrıca pek çok üst düzey kurmayın bilinçaltında, 'ne olur ne olmaz, ülkede çok yetenekli bir başka güvenlik birimi bulunmamalı' saplantısı da vardır. Zorlukların Ordu'dan kaynaklanan yarısının özeti bu! Sivil kadrolardan kaynaklanan öbür yarısının özünde de, İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak, PKK ve benzeri çetelerle baş edebilecek yetenekte güvenlik gücü oluşturmayı riskli hale getiren bir siyasi kültüre sahip bulunmamız vardır. Bu, henüz uluslaşamadığımız için bir türlü geriletemediğimiz bulaşıcı partizanlık vebasıdır. Öyle bir veba ki, hemen her siyasi partiye şöyle hükmettirir: - Devletin, yandaşlarınla fethetmek zorunda olduğun bir kaledir! Öyleyse Türkiye'nin yeniden devlet olması ve nihayet uluslaşmayı tamamlayabilmesi de Tantan'ın önerisinde değil midir? Dünyanın en köklü ordularından birini, bugünün ve yarının gizli-açık büyük dış düşmanları karşısında mutlak caydırıcılığa kavuşturmak üzere, yalnızca bölgesel ve küresel stratejik mücadelelere odaklandırıp en üst konuma getirmeye çalışmak. Onu büyük düşünmekten uzaklaştıracak terörist takibi gibi her durumda polisiye bir uygulama olan faaliyetlere sokmamak. İç fitnelere karşı da, devletçi dengeye kökten sadık, partiler-üstü ve müthiş yetenekli bir 'iç güvenlik' gücü teşkilatlandırabilmek. Yani olmak veya olmamak.
|