|
|
|
|
|
|
New York
New York'un size ne zaman hangi yüzüyle geleceğini kestirmeniz çok zor. Ya onun sunacağıyla yetineceksiniz ya da terk edip gideceksiniz.
Kentler kadınlara benzer mi? Ya da kadınlar kentlere... Bence benzer. Yeni ulaştığınız her kent, yeni tanıştığınız bir kadın gibidir. Bilinmeyenin gizemi her iki durumda da içine çeker sizi. Tanıma isteğinin verdiği heyecan, bilinmeyenin tedirginliğiyle at başı gider. Yeni kentin sokaklarında dolaşma arzusu yüreğinizi şeytan uçurtması gibi gökyüzüne çıkarabilir, aynen yeni tanıştığınız bir kadına dokunma isteğinde yüreğinizin trampet çalması gibi... Bir kadının coğrafyasında da bir kentin ara sokaklarında da kolayca kutup yıldızını kaybetmiş acemi çocuğa dönüşebilirsiniz. Eğer bu kent New York'sa, duygu karmaşası çoğalıyor. Çünkü New York'u, gökdelenlerin tüm fallik görünümüne rağmen bir İkizler burcu kadını gibi düşünebilirsiniz. Size ne zaman hangi yüzüyle geleceğini kestirmeniz çok zor. Onun sunacağıyla yetinmek zorundasınız veya kaçıp, terk edip gideceksiniz. Sizin iradenizin hiçbir hükmü yok bu ruhlar ve insanlar galerisinde. Her katmanında başka bir ruh, başka bir insan çıkabilir karşınıza. Otel görevliniz Çinli, öğle yemeği yediğiniz bistronun sahibi Yunan, köşedeki işportacı Porto Rikolu, bindiğiniz taksinin şoförü Pakistanlı olabilir.
BEŞİNCİ VİTESTE AKAN HAYAT Ama aynı zamanda New York'un ruhuna biraz da Aslan burcu ekleyebilirsiniz. Gökdelenler, bir Aslan burcu kadınının gösterişli saçları gibi bulutlardan kentin üzerine uzanıyor. Beğenseniz de beğenmeseniz de mutlaka kafanızı kaldırıp bakıyorsunuz, o görkemli, kendini beğenmiş, lider ve yönetmeye meraklı duruşa. Bu güç ve iktidar gösterisinin kalesi Empire State, İkiz Kuleler yıkıldıktan sonra kentin tek hakimi haline gelmiş. Kentin neresine giderseniz gidin o görkemiyle sizi kendisine çağırıyor. Ve tabii ki New York'u New York yapan Manhattan. Gündüz nüfusu 7 milyonu bulan gökdelen krallığı. İmparatorluğun kalbi. Amerika'nın kremasının yaşadığı bu gökdelenlerden taşan gösteriş, lüks ve tüketim arzusu sanki Times Meydanı'- na akıyor. New York'un gittikçe çoğalan baş döndürücü enerjisi ise buradan diğer sokaklara caddelere adeta hücum ediyor. Ve o enerji kentin içinde 24 saat hiç azalmadan dönüp duruyor, kentin dışına da çıkmıyor. Çünkü New York sadece kendini temsil ediyor, Amerika'nın geri kalan kısmını da değil. Jean Baudrillard'ın dediği gibi "Dedektör aleti gibi büyüleyici etkiyi bulup çıkaran bu kentin çekiciliği, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nin geri kalan kısmını değil, aynı zamanda dünyanın geri kalan kısmını koskocaman bir taşraya dönüştürmüş olmasından geliyor." Kendinizi bu gösterişli, soğuk sarışın güzelliğinden kurtarıp, Little Italy'ye, Soho'ya kaçabilirsiniz tabii ki. Cazın o buğulu hüznünde bir Balık burcu kadını aramaya çıkabilirsiniz. Ancak ben yine de bu kentin total enerjisinin gelip sizi bulacağını düşünüyorum. Çünkü bu kentte beşinci viteste akan hayatın getirdiği sadece kendini düşünme hali, geriye hiçbir toplumsal bağ, ortak duygusallık bırakmıyor gibi. Geçmiş ve gelecekten ziyade 'şimdi' var bu kentte. İhtimal ki birbirine temas eden hayatlar yerine, birbirine değip geçen hayatlar daha çok. Belki de bu nedenle son dönemde gittikçe artan örgü kursları başlamış, sosyalleşmenin bir aracı olarak. Ve tabii ki sosyalleşmenin önemli bir aracı da New York'un eğlence hayatı. Martin Scorsese 80'lerin kült filmi After Hours'da kahramanına şöyle dedirtir: "New York City'de vakit gece yarısını geçmişse aşk, keyif ya da sorun araman gerekmez." Evet, bu kent, gecenin ıssız bir saatinde Havva'nın Adem'e sunduğu elmayı Akrep burcunun şehvet tepsisinden yiyebilme ihtimalini hep hissettiriyor size. Tabii ki "an''lık ve "şimdi"lik. Kentin simgesinin elma olması da belki buradan geliyor! Evet, New York çok fazla İkizler burcu, biraz Aslan, biraz Akrep ve diğerleri... Bu kentin cazibesinin gizemi de galiba burada saklı: Bu kadar farklı kadını, aynı anda sevme ihtimali!
ABD'NİN DÜŞMANINI BULDUM! Ve bu kentte her şey büyük. Binaları, Big Burger'leri, colaları, limuzinleri, insanları. Koca bir sinema platosu duygusunu veriyor çoğu zaman insana. New York'u terk ettiğinizde gerçek Amerika'da yani taşrada 10 insandan sekizi kadın, çocuk, adam, hiç fark etmez, devasa. Buna şişmanlık demek de çok zor. Bir tür şişme hali! Gerçeküstü gibi. (New York'ta, hem krema kesimin yaşaması hem de farklı milletlerden insanların çokluğu nedeniyle daha az obez var.) Bu nedenle ABD'nin düşmanının El Kaide değil obezlik olduğunu düşünüyorum artık. Bu geziden öğrendiğim başka bir şey de limuzinlerin pek rahat arabalar olmadığı. Zaten bu kadar büyük arabaları insanlar neden isterler diye hep düşünmüşümdür. Özellikle teker üstüne gelirseniz, New York sokaklarında bile silkelenebiliyorsunuz. Gidiş istikametine ters oturursanız bu sefer de mideniz rahatsız olabiliyor. Veya buradan çıkan sonuç: Limuzine sekiz kişi binmeyeceksin! Diğer bir not da bu kentte boş yere gökyüzüne bakmayın, yıldız göremezsiniz. Gökdelenlerin, binaların ışıltısı yıldızları çoktan kaçırmış.
Metin SEVER
|
|
|
|
|
|
|
|
|