| |
Demirel'in askeri kodları...
Süleyman Demirel'in "siyasal iştahı" oldum bittim dikkati çekmiştir. Yedikçe açılan bir iştahtır bu. Ankara kulisleri, yaklaşan cumhurbaşkanlığı sürecinde, Demirel'in askeri mahfillerle koordinasyon içinde yeni bir ikbal aradığı dedikodularıyla çalkalanmakta. Son zamanlarda "derin devlet" tartışmasından "Vahdettin'e" kadar olan çıkışlarını da onun siyasi çıkarları açısından değerlendirmek gerek. Demirel'in söylediklerini onun güncel siyaset hesaplarından kopuk değerlendirirseniz, başınız döner. Öyle de söyler, böyle de. Son olarak "En az yüz yıl daha Atatürk'ün referansına ihtiyacımız" var demesi de, ikbal hesaplarıyla ilgili, askeri mahfillere yollanmış bir mesaj olarak algılanmalı. Emre Aköz dün mantıksal bir imbikten geçirerek önümüzdeki yüzyılda herkesin Atatürkçü olmasını istemenin anlamsızlığını ispatlıyordu. Aköz'ün yazısını okurken, 1985'te Demirel'le yaptığım ve "Darbelerin Ekonomisi" adlı kitaba aldığım uzun mülakata geri döndüm. O zamanlar Demirel yasaklıydı. Başka bir telden çalıyordu. Şimdi ise başka bir telden çalıyor, çünkü ikbal arıyor. Başka bir deyişle o mülakatta bana "demokrat" olduğunu söylüyor, şimdi ise "Atatürkçü" kesiliyor. Üstelik bu da yetmiyor, herkesin "Atatürkçü" olmasını istiyor. Lozan'dan söz ederken şöyle diyordu o yıllarda: "Öyle, yalnız o günkü sistem içinde, o günkü Batılılaşmanın ülke için yararlı olacağını iddia edenlerin halkın temsilcileri olduğunu söylemek mümkün değil. Kendileri Türkiye'yi ileri ufuklara götürmeyi gaye edinebilir. Sistem halkın o gayeye katılmasını ne arayan, ne sağlayan bir sistem değil ki. Çok kere Türkiye'yi kurtarmaya kalkanların, Türkiye'yi batırdığı bir gerçek. Ben bir demokratım. O günlerde demokrat olma fikri belki yoktu. Ama hiç olmazsa hadiselere bugün demokrat gözüyle bakmak zorundayım." Demirel, Kemalizm'in demokrasi içermediği için ekonomik kalkınmayı da başaramadığını gene aynı konuşma içinde dolaylı olarak şöyle açıklıyordu: "Bizim 1925'te Ankara'da elektriğimiz ancak var. Altyapı olarak demiryollarından başka bir şeyimiz yok. 1950'ye kadar da aslında yolumuz yok, haberleşme şebekemiz yok. Biz halkın üzerindeki örtüyü kaldırdıktan sonra, yani reyi bir ağırlık haline getirdikten sonra ekonomik kalkınmaya girişebilmişizdir. Rey bu memleketin sessiz milyonlarını ağırlık haline getiren hadisedir. Sizi temin ederim, eğer rey ağırlık haline gelmeseydi biz ekonomik kalkınmayı sürdüremezdik."
Demirel'in işaret ettiği dönem, tek parti dönemi değil mi? "Reyin ağırlık sayılmadığı" süreç, Kemalizm'in en etkin yaşandığı süreç değil mi? Kalkınmanın bu nedenle olmadığını gene Demirel anlatmıyor mu? Ancak, o zaman yıl 1985 ve Demirel yasaklı, bugün ise 2005 ve önümüzde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. AB süreci, Türkiye cumhuriyetinin "demokratik" özden ne kadar uzak olduğunu herkesin gözüne soktu. Hanedanın elinden iktidarı alarak "cumhuriyet" ilan edebilirsiniz ama bunu "tek parti" diktatoryasına verir, tüm sistemin ruhunu da buna göre şekillendirirseniz bu "demokrasi" olmaz. Zaten bizde de olmadı. Cumhuriyetçiler hala demokratikleşmeye karşı direnmekte. Üstelik bunu da Atatürk üzerinden yapmaktalar. Kemalist cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçmek bizde hala ciddi bir zorlanmaya yol açıyor. Terörden her türlü paranoyaya, yaşadıklarımızın özünde bu değişimin sancısı var. Unutmayın ki, tutucular cephesi düne kadar "ithal muzdan" ürküyordu, "Kürtçe dil kurslarından" çekiniyordu. Bu korkuların hiçbiri doğru çıkmadı. İthal muz ekonomik hamlenin yeryüzü ölçeğinde yapılmasını pekiştirdi, dış ticaret hacmini büyüttü; Kürtçe dil kursları ise talep olmadığı için bir bir kapanmakta. Türkiye'nin bundan böyle bir referansı olacaksa, bu militer bir rejimin parolası olan Kemalizm değil, AB standartlarında bir demokrasidir. Zaten düne endeksli kaldığımız için AB standartlarından çok uzağız. Ekonomik olarak fakirliğimizle, demokrasiyi içimize sindirmek konusundaki yetersizliğimiz bundan. İktidar sinyalleriyle hareketlenince "İttihat ve Terakkici", iktidardan uzaklaştığında "Hürriyet ve İtilaf"çı kesilen Demirel'i hep garipsedim, garipsemeye de devam ediyorum. "Demokratım" deyip de gerçekten "demokrasiden" yana olmak Türkiye'de siyasetçiyi bu kadar mı zorluyor? Zorluyor ise neden? Bunun vebali kimin sırtında?
|