Genelkurmay brifingi ve hükümet
Dün Ankara yakınlarındaki şehit cenazesinde, hükümetten kimse yoktu. Garip, çünkü terör Türkiye'nin gündeminde ve kamuoyunda artan PKK saldırılarıyla ilgili olağanüstü bir duyarlılık var. Hatırlarsınız 80 ve 90'lı yıllarda hep arka fonda "Hakkari'nin Çukurca ilçesinde askeri aracın mayına çarpması sonucu..." diye mırıldanan bir ses vardı. PKK haberleriyle büyüdü benim kuşağım. Bugün haber merkezinin gündemine bakarken aynı cümleleri gördüm. 2005'e gelmiş olmamıza, AB ile müzakerelere ramak kalmış olmasına karşın, Hakkari'nin Çukurca ilçesinde askeri aracın mayına çarpması sonucu ölen Üsteğmen Hulki Beydili'nin cenazesi, dün memleketi Nallıhan'da toprağa verildi. Üç gün önce gerçekleşen olayı hepimiz hatırlıyoruz, çünkü aynı gün, 4 kişinin öldüğü bu olaydan birkaç saat sonra, Genelkurmay'da yapılan bir basın toplantısı, "PKK ve terörizm" konusunu Türkiye gündemine oturtmuştu. Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ'un brifingde sunduğu PKK analizi ve terörle mücadele basında bolcana yer buldu. Biz brifing ve yansımalarını analiz etmeye devam ediyoruz...
Komutanın açıklamalarından medyada en fazla tartışma yaratan, PKK militanlarının yüzde 40'ının örgüte 1999'dan sonra katıldığını aktardıktan sonra "Bunların büyük bir çoğunluğu hiçbir terör eylemine karışmamış, suç unsuru oluşturmamış kişiler. Bunlar için bir şey yapılabilir mi onun üzerinde düşünmek lazım" sözleri oldu. Başbuğ, genel affa karşı çıkmakla birlikte, alt düzeyde PKK'lılar için bir cins kısmi af, daha doğrusu geçmişe nazaran daha işlevsel bir "pişmanlık yasası"ndan söz ediyordu. Aslında da bu tarz bir kısmi af, ya da "genişletilmiş pişmanlık," Güneydoğu bölgesinde "sahada" görev yapan asker, emniyet ve istihbaratçıların sıcak baktığı bir şey. Amaç, "dağ kadrosu" denilen yönetim kademesini dışarıda tutmak suretiyle, şu ya da bu şekilde PKK'ya katılan gençleri kazanmak. Ancak bu konunun askerin önceliği olduğunu düşünmek yanlış olur. Brifingden benim edindiğim izlenim, askerin en çaresiz hissettiği ve bu yüzden en fazla üzerinde durduğu konunun "propaganda" olduğu. Yani demokratik bir hukuk devletinde, kişi hak ve özgürlükleri ve bunlar içinde en önemlisi olan ifade özgürlüğünü korumaya çalışırken, terör örgütünün alenen propaganda yapmasını nasıl engelleyeceksiniz? Bu Türkiye'ye has bir soru değil. ABD ve İngiltere dahil dünyanın birçok yerinde idareciler, hukukçular ve güvenlikçiler aynı konuyu tartışıyor; bir yandan toplumun güvenliğini sağlayacak diğer yanda da liberal demokrasinin özünü zedelemeyecek formüller bulmaya çalışıyor. İngiltere'deki yeni terörle mücadele yasası ve ABD mahkemelerindeki tartışmalar da hep bu yönde. Başbuğ'un brifingi kadar ilginç olan, hükümetin konuya yaklaşımı. Kabul etmek istemeseler de brifing hükümet çevrelerinde, "Eyvah biz bu konuda geride kaldık" havası yarattı. Önümüzdeki günlerde bu açığı kapatmak için yeni inisiyatifler gelebilir. Ama bildiğimiz kadarıyla hükümetin henüz açıklamış olduğu somut bir eylem planı yok. İlginçtir ki, hükümetin konuya yaklaşımları asker gibi serinkanlı değil, daha jargonistik. Örneğin kısmi af... Dünkü AKP'lilerle sohbetlerden anlayabildiğim kadarıyla, iktidar af konusuna sıcak bakmıyor; hatta böyle bir şeyin riskli olduğunu düşünüyor. Hükümet adeta askerin geçirdiği evrimin tersi bir istikamette, Güneydoğu ve Kürt meselesine artan bir şahinlikle yaklaşıyor. Başbakan Diyarbakır'a giden Avrupalılara kızıyor; bölgeyi adeta boykot ediyor; yeni bir af konusunda kendisine yaklaşanlara toplumun buna hazır olmadığını anlatıyor. Peki o zaman plan ne?
|