Çıkmaz Sokak
Londra'daki terörist saldırıların ardından bildik tartışmalar yeniden gündeme geldi. Terörizmin nedenleri, meşru gösterilip gösterilemeyeceği, kaçınılmaz olup olmadığı tartışıldı. Teröre başvurmanın kaçınılmaz olduğunu söyleyenler genellikle Afganistan ve Irak savaşlarıyla, Filistin-İsrail çatışmasına atıfta bulundular. İslam dünyasını kasıp kavuran şiddet yönetimlerin ceberutluğuna, Müslümanların yaşadığı batılı ülkelerdeki şiddet ise bu toplulukların yaşadığı koşullara, dışlanmışlıklarına ve öfkelerine bağlandı. Özellikle bu konularda, bir olayın nedenini anlamakla onu kabul etmek ve doğallaştırmak arasında hayli ince bir sınır var. Bu nedenle terörizme ve şiddete tapınmaya yol açan nedenleri irdelerken bunların mazeret haline getirilmelerinden kaçınmak lazım. Binlerce cana mal olan El Aksa İntifadası Filistinlileri tüketmişti. Yaser Arafat'ın ölümü, yerine geçen Mahmud Abbas'ın şiddet karşıtı tavrı bir ateşkesin sağlanmasına yol açtı. Filistin toplumu bitkin düştüğü şiddet sarmalından çıkıp soluklanma imkanı buldu. Burada önemli olan şiddetin ve terör eylemlerinin işgal koşulları devam ederken dahi kullanılabilecek yöntemlerden yalnızca birisi olduğunun ortaya çıkmasıydı. İsrail'in, Batı Şeria'da duvar inşaatı ve toprak gaspını sürdürmesi şiddetin yeniden canlanmasına yol açabilir. Ancak Bilin köyündeki Filistinlilerin yaptığı gibi sivil itaatsizlik yöntemlerine başvuranların, hukuk yollarını zorlayanların mücadeleyi barışçı yöntemlerle sürdürmek isteyenlerin sayısı da artıyor. Terörizmin bir yöntem olduğu, bir mücadelenin yegane yöntemi diye kabul edilemeyeceği giderek anlaşılıyor. Siyasi yollardan gitmek daha az heyecan verici, daha uzun sürecek ve sonuçları uzun dönemde alınacak bir mücadele yöntemidir. Ama kuşkusuz daha da meşrudur. Artan sayıda genç Asyalı ve Arap Müslümanın şiddete yönelmesinde Batılı ülkelerin sorumluluklarını da sürekli gündeme getiren Filistinli gazeteci Rami Huri'ye göre "teröristler ancak kendi toplumları onları reddedip gayrımeşru konuma getirirse engellenebilir ve işsiz kalırlar. Bu ise polisiye ve siyasi eylemlerin, cezalandırıcı ve engelleyici önlemlerin daha dengeli bir alaşımını gerektirir". Sonuçta şiddet önlenemediği taktirde bunun başlıca kurbanı gene şiddetin içlerinde ürediği toplumlar olacaktır. Bu tartışmalardan son dönemde sivillere yönelik terör olaylarının da tırmanışa geçtiği, engellenemeyen bir eylemin ülkeyi kısa sürede bir şiddet sarmalına götürebileceği Türkiye için de sonuçlar çıkarılması gerekir. Asıl sonuçları çıkarması gereken ise kuşkusuz Kürt siyasi seçkinleri olmalıdır. PKK şiddet bağımlısıdır. Kürt siyasetçilerin PKK terörüne karşı tavır almamaları, emek, yaratıcılık, dürüstlük ve cesaret gerektiren siyasal yöntemlere itibar etmemeleri onları, adına konuştuklarını iddia ettikleri toplumlarını ve Türkiye'yi sıkıntıya sokacaktır. Neşe Düzel ile konuşan ve PKK'nın son dönemdeki terör eylemlerini bir 'savaş oyunu' diye tanımlayan Enver Sezgin'in vurguladığı gibi "Kürt meselesinin çözüm anahtarışiddete karşı çıkmaktır ." "Kürt halkının büyük çoğunluğu bu şiddet eylemlerini tasvip etmiyor..Ama Kürt sorununun da demokratik yoldan çözülmesini istiyor." Şiddet siyasetin reddidir . Dünyada veya Türkiye'de siyaseti reddederek, onun alanını kapatarak anlamlı bir siyasal sonuca ulaşılabilmesi ihtimali ise sıfırdır. Bu bağlamda şiddet gerçek anlamda çıkmaz sokaktır. Türkiye'yi bu çıkmaz sokağa AB sürecini de baltalayarak sokmak Kürtler adına siyaset yapma iddiası taşıyanların Kürtlere ve Türkiye'ye yapacakları en büyük kötülük olacaktır.
|