| |
Ekonomik akıl
Türkiye'de yabancıların "mülk edinmesi" problemi, hükümetin akıllı politikaları ile yürürlüğe girmişti biliyorsunuz. Fakat yüksek mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ve ortaya tekrar bir problem çıktı: Yabancılar Türkiye'de mülk alsın mı, almasın mı? Çevremdeki insanlarla konuşuyorum. Bir kısım yurttaş yabancıların mülk edinmesinin bir sakıncası olmadığını düşünüyor. Bir kısım insanımız ise, buna karşı çıkıyor ama niye karşı çıktığını da tam olarak anlatamıyor. Soruna olumlu bakanlar, yabancıların mülk edinmesinin Türkiye'ye sayılmayacak kadar katkısı olacağını anlatıyor. Olumsuz bakanlar ise, sanki yurdumuzu alıp bir yerlere götüreceklermiş gibi düşünüyor.
Ben ise şöyle bakıyorum soruna: Yabancıların mülk edinmesi, politik bir olay değil, ekonomik bir hadisedir. O halde bu soruna, "ekonomik akıl" ile yaklaşmak yeterlidir. Ekonomik akıl ile baktığınız zaman, bir yabancının Türkiye'de mülk edinmesinin ülkeye zarar vereceğini iddia etmek güç. Tam aksine, birçok yararı olacaktır. Bir kere ülkeye döviz girdisi sağlayacaktır. İkincisi burada yaşamaya başlayacak yabancılar, Türkiye'nin doğal bir parçası, hatta yurttaşı gibi olacaklardır. Emeklilik veya değişik gelirlerini sürekli buraya yatıracaklardır. Türkiye ile ekonomik, Türkler'le de sosyal alışverişte bulunacaklardır. Aslında mülk derken de, yabancıya sattığımız şey, ülkemizin denizi, güneşi ve iklimidir.
Türkiye'nin terörle yaşadığı ağır baskıları, muhtemel terör tehditlerini, AB sürecindeki handikaplarımızı da bir arada düşündüğünüzde, ülkemizde mülk edinecek yabancılar bütün bu sorunlarda bizim doğal müttefiklerimiz, tabii savunucularımız olacaktır. Türkiye'den örneğin kendine bir mesken veya yazlık alan bir yabancı, parayı ödedikten sonra aldığı mülkü sırtlayıp memleketine götürmeyeceğine göre, bundan korkmanın bir anlamı yoktur. Ki olaya olumsuz bakan birçok insan, sanki ülkemizi satıyormuşuz gibi bir hisse kapılmaktadır. Halbuki ülkenizi isteseniz de satamazsınız. Türkiye, o kadar büyük bir ülke ve burada yaşayan insanlar memleketlerine o kadar bağlı insanlar ki, basit bir mülk edinme olayına, "Sevr Sendromu" ile yaklaşmanın bir mantığı yok. Fakat ne yazık ki bizde bir rahatsızlık hala devam ediyor. Zannediyoruz ki, bir gece ansızın birileri gelecek ve bizi bölecekler, ülkemizin bir kısmını alıp götürecekler, falan...
Başka bir varsayımla kapatalım konuyu: İstanbul'da mesela bir zamanlar yüz binlerce "Rum" yurttaşımız yaşıyordu. Bu insanlar hem Osmanlı idiler hem de İstanbulluydular. Türlü türlü çatışmalarla, nifaklarla bütün Rumları İstanbul'dan kaçırmayı becerdik de ne oldu? Elimize ne geçti? Koca bir hiç! Ama İstanbul'da hala olabildiğince Rum yurttaş, bizlerle birlikte kardeş kardeş yaşıyor olsaydı, sosyal ve kültürel hayatımız daha bir lezzetli ve keyifli olmaz mıydı? Yorgo ile çiftetelli dinleyip, otomobilimizi Garabet Usta'ya tamir ettirseydik yine... Ve AB tartışmalarında olsun, diğer azınlık çatışmalarında olsun, bu yurttaşların varlığı bizim için bir "demokrasi ve barış karinesi" olmaz mıydı?
|