|
Mumya Paris'i korkuttu
|
|
Hilton oteller zincirinin seksi varisi Paris Hilton'ın oynadığı 'Mumya Evi'nin finali hayli şaşırtıcı... Uruguay filmi 'Whisky' ise gerçekten izlenmeye değer, modern bir başyapıt... İşte haftanın filmleri.
Diri diri balmumuna gömülen insanlar
Bu yeni film, ikisi de başarılı sayılan yapımlardan oldukça farklı bir yol izliyor. Tipik, gotik korku öğeleri içeren hikaye, bu kez günümüz Amerikan taşrasına uyarlanıyor.
Korku filmlerini en çok gençler seviyor. Benim hala bu türe bayılmam şaşılacak şey! Evet, gençler bu filmlerin asıl seyircileri. Onlar aynı zamanda eski korku klasiklerine de tutkun. Bu nedenle, eski, klasik korku filmlerinin yenilenme projeleri de en çok onlardan geliyor veya onlara veriliyor. İşte eski bir oyundan yola çıkan, daha önce biri 1933'te, ikincisi 1953'te filme alınmış bir korku klasiğinin üçüncü çevrimi. İkincisi sinemadaki 3- Boyutlu Film salgınına rastlamış ve bizler, Atlas Sineması'nda dağıtılan özel gözlüklerle izlemiştik. Hayli de ürkmüştük! Bu yeni film, ikisi de başarılı sayılan yapımlardan oldukça farklı bir yol izliyor. O filmlerde, tek bir dekor (eski, tozlu paslı bir ev) içine konsantre olan ve tipik gotik korku ögeleri içeren hikaye, bu kez, günümüz Amerikan taşrasına uyarlanıyor. Uzaktaki bir maçı izlemeye giden altı gencin yolları, ıssız bir kasabaya ve onun ortasındaki ürkünç Mumya Müzesi'ne düşüyor. Müzenin aslında çılgın bir aile tarafından başlatılan bir girişimin, insanları canlı canlı balmumundan heykellere dönüştürme girişiminin alanı olduğunu anlamaları gecikiyor. Ve arada birer-ikişer kurban oluyorlar. Filme önceleri kızdım. Sanki trajedilerin "mekan/ zaman/tema birliği" temel kuralından saparak, çok kahramanlı bir hikayeyi bir açık hava coğrafyasına yayma ve tipik bir "teen-slash" filmine dönüştürme çabası, bana gereksiz geldi. Ama ikinci yarıda işler değişiyor. Reklam filminden gelen yönetmen, yine genç kalemlerin elinden çıkan senaryo ve sanki "crescendo" halinde yeni buluşlarla, kasabayı gerçek bir kabus mekanına dönüştürüyor. İlk filmlerde müzenin içerdiği dehşet yayılıyor, genişliyor ve sanki büyüyor. Bir sinema salonunda yıllardan (herhalde 1960'lardan) beri) oynayıp duran Robert Aldrich klasiği "Bebek Jane'e Ne Oldu?" buluşu, tüm kilise sahneleri, tüm müze sahneleri oldukça özgün.
BU MUMYALAR BİR BAŞKA Ama en önemlisi, final. Bitmek bilmeyen, dehşet duygusunu giderek pekiştiren görkemli final. Burada özellikle en harikulade şey, mimar ağzıyla söyleyeyim, yönetmenin "malzemeyi değerlendirmedeki başarısı". Yani, balmumu denen o kendine özgü madde, onun kaplama, erime ve akma özellikleri, birer korku ögesi olarak ustaca kullanılmış. Paris veya Londra'daki balmumu müzelerine yolunuz düşerse, sanırım artık başka bir gözle bakacaksınız... Demek ki, bu yeni çevrim yeterince ilginç ve ürkünç. Ve meraklılarınca mutlaka izlenmeyi hak ediyor.
|