Rejim mi dediniz?
Türkiye yeni bir 28 Şubat tarzı bir sürece mi sürükleniyor? Ana muhalefet partisi Deniz Baykal, neden "vatandaşı" göreve çağırdı? Daha da önemlisi, CHP neden durup dururken "rejim tehlikede" diye feryat etmeye başladı. Tüm bu soruları, gerçek muhatabına, CHP lideri Deniz Baykal'a soruyorum. Önce ufak bir kişisel not ekleyeyim. Baykal, Ankara'ya taşındığımdan beri esprili bir üslupla bana takılarak, AKP'den gelebilecek rejime yönelik tehditler konusunda fazla naif, fazla liberal olduğumu ima ediyor. Ben de ısrarla CHP'nin bazı politikalarının rejimi koruma adına büyük halk kitlelerini dışladığından Dünkü sohbetimiz de bu espriyle başladı. - Deniz Bey, rejim gerçekten tehlikede mi? Yani bazı CHP'lilerin bu hafta çıkıp her fırsatta Meclis genel kurulunda iktidarın hilafet arzusunda olduğu ya da şeriat düzeni getirmeye çalıştığını anlatması inandırıcı mı? Baykal cevaplıyor: "Belki bugün görülen dramatik bir değişim yok. Bugünden yarına bir şeyden söz etmiyoruz. Ancak iktidar, yeni bir anlayışı uygulama noktasında. Dini temeller üzerinde bir sistem arzusu içinde olanlar var. 20 yıl önce türban diye bir şey yoktu. Ama olayı Cumhuriyetin rövanşı olarak görenler var. 20 yıl sonra göreceksin. Böyle giderse senin kızın senin gibi yaşayamayacak. Bizim yaptığımız erken uyarı." Baykal'ın rejim hassasiyetini anlıyorum. Ancak görüntü olarak CHP halktan çok devleti, insanlardan çok sistemi koruyor gibi gözükmüyor mu? Mesela başörtüsüyle üniversiteye gidilmesi gerçek anlamda bir tehdit mi? Baykal CHP'nin genel anlamda "devleti korumayı" kendine misyon biçtiğini inkar etmiyor. "Devlet dediğin özgürlüğün güvencesi. İnsanları aile, toplum gibi yerlerin baskısına karşı da korumakla yükümlü devlet." Baykal, üniversitelerde başörtüsü konusunda anlattığı tehlike senaryosunu bir türlü kavrayamayışımı "Bunlar iyi niyetli yumuşak tepkiler" diye geçiştiriyor. Ama hala benden ümidini kesmemiş olacak ki devam ediyor: "Demokrat Parti ya da Adalet Partisi değil. Başka bir yapıyla karşı karşıyayız. Hassas kurumlarda değişiklikler yapılıyor. Özellikle de üniversiteler. YÖK'le kavganın temelinde, üniversitelerde 10-15 yılda bambaşka bir aydın kitlesi yetiştirme isteği var." "Aciliyet" duygusu içinde. "Dikkat gerekli" diyor. Ama "göreve çağrı" yaparken "vatandaş ve sivil toplumu" çağırdığının altını çiziyor. Yani asker değil. Telefon sohbetimiz sonunda şöyle bir temel nokta ortaya çıkıyor. Baykal'a göre "siyasetçi", halktan gelen talepleri doğrudan Ankara'ya yansıtan bir vasıta değil. Siyasetçiye insanları aydınlatma, çağdaşlaştırma, hatta gerektiğinde yönlendirme görevi biçiyor gibi. Bu anlamda Baykal'ın siyasetçi portresi, adeta Aydınlanma Çağı'ndan Jean Jacques Rousseau'nun "aydın" karakterine benziyor. Halkın lobicisi değil; toplumu muasır medeniyetler seviyesine çıkarmakla görevli bir cins "Çalıkuşu."
|