| |
Hükümet komiserleri
27 yıl hapis cezasına çarptırılan Hayyam Garipoğlu davasında, mahkeme heyetinin gerekçeli kararında "ilginç" bir hukuk yaklaşımı vardı. Deniyordu ki kararda, "sanık" TMSF ile borç ödeme anlaşması yaptığına göre, suçunu kabul etmiş demektir." Garipoğlu, TMSF ile masaya oturmuş, TMSF'nin önüne koyduğu 380 milyon dolar borcu kabul etmiş ve ödeyeceğini taahhüt etmiş. Mahkeme heyeti, bunu, "suçun kabulü" olarak değerlendiriyor. Suç ne? Zimmet! TMSF kim? Devlet! O vakit, devlet bir zimmetçi ile anlaşma yapmış duruma düşmüyor mu? Bu davalarda, sanıkların çoğu zimmet veya dolandırıcılıktan yargılanıyorlar. TMSF ise bu sanıklarla anlaşma yaparak, paraların önemli bir kısmını tahsil etmeye çalışıyor. Peki, devlet sanıklarla anlaşma yapmış olunca, suça göz yummuş mu oluyor, suça iştirak etmiş mi oluyor, yoksa sadece tahsilat mı yapmaya çalışıyor? Hangi kavramlara göre hareket ediyor devlet?
Gelelim sanığın ikrarına! Bir sanığın suçunu kabul etmesi, tek başına, suçun o sanık tarafından işlendiğine delil teşkil eder mi? Etmez. Sanığın suçunu kabul etmesi ancak kanaat oluşmasına yardımcı olur. Farzedelim, Ahmet bir kuyumcu soydu. Mehmet yakalandı ve soygunu kabul etti. Bu kabul ediş, delil olur mu? Eğer delil olursa, Ahmet'in yerine Mehmet cezalandırılmış olur. Kaldı ki, Ahmet ile Mehmet anlaşıp, mahkemeyi yanıltmaya da kalkışmış olabilirler. Birçok töre cinayetini, o cinayeti işlememiş olanların üstlendiği herkesçe bilinir. Adalet, sanık ikrarı ile yetinemez. Gerçek suçluyu bulmaya çalışır. O sebeple, suçun kabulü, delil olmaz.
Şimdi gelelim, medyadaki çarpık bir anlayışa... Birçok gazeteci, banka hortumlamalarında yürütülen paralanın geri alınmasında devletin "çaresiz kaldığını" öne sürüyor. Ve devlete arka çıkıyorlar. Kimi okuyucu da bu gazetecileri "kahraman" falan sanıyor. Oysa, gazetecinin prensip olarak, devlete arka çıkması gerekmez. Çünkü, devlet bir şekilde kandırılmış veya haksızlığa uğramış olsa bile, bu haksızlığı giderecek güce ve organlara sahiptir. Devlet, istediği takdirde bir gecede, ortalığı kasıp kavuracak tedbirler alabilir. Yani, devletin savunulmaya ihtiyacı yoktur. Savunulmaya ihtiyacı olan bireydir. Bütün rejimlerde, devletin karşısında birey güçsüzdür. Ve çeşitli haksızlıklara uğraması olasıdır. O yüzden gazeteci, bireyin yanında saf tutmalı, bireyin hak ve hukukuna sahip çıkmalıdır.
Aksi halde yanlış duruş, gazeteciyi devletin uzantısı haline getirir, daha hevesli olanlar ise "hükümet komiseri" havasına bürünebilirler. Bireyin, halkın ve milletin hak ve hukukunu gözetmekle mükellef gazetecinin, devlet resmi görevlileriyle veya hükümet yetkilileriyle kolkola girmesi, bu meslek için gerçek bir felakettir. Bir haksızlığa uğradığınızda, gideceğiniz yer neresidir? Adalettir! Orada da haksızlığa uğrarsanız, nereye koşarsınız? Basına... Ama basın da "devlet kapısı" haline gelmişse ne olacak? Kahraman zannedilen gazeteci devletin yanındaysa, yandınız demektir.
|