|
|
|
|
|
Çok iyi yer siler, ütü yapar, dikiş dikerim
|
|
Tanımadığı insanların yanında ürken Ajda Pekkan, bir psikoloğa bile gitmeyi düşünüyor.
Ben mutsuz bir çocukluk geçirdim. O yüzden hiç çocuk yapmak istemedim. 1978 yılında İsrail'de bir erkekle tartıştım. Ona tokat atıp avize kırmışım. Benim de cinnet anlarım var. Annemle çok çekişirdim. Bu sakin ve huzurlu halimi görmesini isterdim.
Ajda Pekkan'ı kovalamaktan yoruldum
Süperstar Ajda Pekkan'dan samimi açıklamalar: "Yerleri silerim, çok güzel ev işi yaparım. Çok iyi dikiş dikerim, çok iyi ütü yaparım. Hala terzi olmak yatıyor içimde".
Ajda Pekkan'ı tanıyınca, onun kalabalıklardan uzaktaki hallerine tanıklık edince "Ajda Pekkan'ı kovalamaktan yoruldum" sözleri o kadar anlaşılabilir geliyor ki... Çifte kimlikle yaşamak, o kişiliklerin yaşam alanlarını belirlemek, bazen birinde, bazen diğerinde yorulmak ve öyle anlarda hep ötekine kaçmaya çalışmak... Ne kadar yorucu değil mi? Ama onu Süperstar yapan belki de bu uçlar... Ben Ajda Pekkan'ı özel yaşamındaki 'Ayşe Ajda' haliyle de tanıdım. Ve o halinin hem kendine hem başkalarına ne kadar keyif verdiğini gördüm. Belki bunca yıl sonra bir televizyon programı yapmasının ve elini taşın altına koymasının altında en çok bu neden yatıyordur; kendini ifade edebilmek; Ajda gibi...
* Yıllarca durduğunuz yerin ve algılandığınız konumun dışına çıkma çabalarındasınız. Sanki bir şeyleri değiştirmek ister gibisiniz... Ajda Pekkan'ı kovalamaktan yoruluyorum. Senelerce Ajda Pekkan'ın peşinde koştum çünkü.
* Ama Süperstar olmak, ulaşılmaz kadın olarak algılanmak sizin tercihinizdi... Bunu yapıyorsun. Hayat bunu getiriyor. Şöhretin insana getirdiği şeyler var. Kazandırdığı kadar, kaybettirdikleri de var. Gerçeklere, zaman geçtikçe varıyorsun. Varabilmek de çok önemli. Ya varamasaydım ne olurdu?
* Ne olurdu? Hiç... Öyle giderdi... Ufukta bir yıldız olarak, hafif hafif... (Gülüyor) Sadece kuyruğu görünürdü...
* Mücadeleci bir kadın... Biraz kendine bile yabancı, yalnız... Ve hep arayışlarda. Neyi arıyor, neyi bulmaya çalışıyorsunuz? Kendimi çok eleştiririm. Kendimle mücadelem aslında işimle ilgili mücadele. Tabii ki iş söz konusu olduğunda bir yarış içinde oluyorum. Yorulmalıyım, daha iyisini yapmalıyım, daha ne yapabilirim diyorum. Şimdi beste yapmak, söz yazmak istiyorum... Aslında bu tespitle ilgili şunu söylemek istiyorum. Öyle olmasaydım sanatçı olamazdım, normal bir ev kadını olurdum. Ev kadınlığını da istersem yapabilirim. İçimdeki iki kadın da çok duygusal. Normal gördüğümüz bu insan -yani ev kadını dediğimiz ben- aynı duygusallığı taşıyor. Ve bunların ikisi bir araya geldiği zaman müthiş şeyler oluyor. Beni yoran şeyler oluyor.
* Ev kadını olabilir misiniz? Bence ev hanımlığı çok nankör bir meslek. Yemek yiyorsun orası güzel ama sonrası çok antipatik. Bir bulaşık yığını oluşuyor. Dolayısıyla çok nankör. Hep kendime 'Yok yok ben en iyisi çalışayım. Yorgunluktan sürüneyim ama ev işi yapmayayım' demişimdir. Manasız geliyor.
* Zorunlu kalırsanız ev işi yapmaya... Yaparım. Yerleri silerim, çok güzel ev işi yaparım. Yurtdışında kaldığım zamanlar tek başımaydım. Dolayısıyla eldivenlerimi elime geçirip bulaşığımı da yıkıyordum.
* Ajda Hanım evde en iyi hangi işi yapar? Çok iyi ukalalık yaparım. (Gülüşmeler) O öyle olmamış, bu böyle olmamış derim... Çok iyi dikiş dikerim, çok iyi ütü yaparım. Hala terzi olmak yatıyor içimde... Kendime Burda dergilerinden kalıp çıkarıp elbise dikerdim yıllar önce. Hep tasarımcı olmak istedim ama olmadı. Dikişten çok iyi anlarım. Model çizmeyi seviyorum. Onun dışında işim, işim, işim...
* Sizi uzaktan tanıyanlar soğuk, mesafeli ve snob bulurlar, tanıyanlar ise 'ay ne şekermiş' derler. Nedir kendinizde gösteremediğiniz? Bilemiyorum. Bir kopukluk oluyor herhalde... İnsanların içinde olduğum zaman yaşadığım ürkeklik belki geçmişte yaşadığım bir olayla ilgili olabilir. İnan sırf bunun için bir psikoloğa gitmeyi düşünüyorum. Bu benim içimde bir dert...
* Kalabalıklar arasında bir güvensizlik mi geliyor üzerinize? Güvensizlik değil. Ama bir yere girdiğimde herkesin bana bakması beni etkiliyor. Bir restorana giriyorsun ve herkes sana bakıyor. Ürküyorum. Ama bu çekimserlik ya da korkmak anlamında değil. Tedirgin oluyorsun o kadar insan sana dönüp baktığı zaman. Üstelik kendinin kim olduğunu da biliyorsun.
* Televizyonda da o rahatlığınız yok hala... Olacak herhalde... Böyle şimdi birebir konuşmalar daha farklı tabii. İnsan kendini daha rahat hissediyor. Bu halimi daha çok seviyorum.
MUTLULUĞU İÇİMDE ARADIM * Çocuk sahibi olmadığınız için pişmanlık hissettiniz mi? Yani şimdiki bilinciniz olsaydı çocuk yapar mıydınız? Tabii ki pişman oluyorsun ama hayat o kadar hızlı akıp gidiyor ki, pişmanlıklara pek vakit kalmıyor. Ailende, çevrende olup bitenlerden sonra bu ölümcül dünyaya böyle bir varlığı getirmekte bayağı zorlanıyorsun. Demek ki, o yıllarda da bunu hissetmişim. Arzu etmedim. Çünkü mutsuz bir çocukluk geçirdim. Anne ve babamın ayrılığı bana çok dokundu. Birkaç defa ayrıldılar. Biz teyze, anneanne yanında kaldık. Hep savruktu çocukluğum. O yüzden de o şöhret, çocuklukta geçirilen o travmalar, yaşamın içinde de dengesizlikler olarak gösterdi kendini. Yaşattı daha doğrusu... Biz o dengeleri oturtana kadar, o dengeler çok yer değiştirdi. Semiramis'i evliliğe iten ben oldum. 'Evlen, Bir çocuğun olsun' diyordum. Ben de başka bir alanda mücadele ediyordum. İkimizin birden mücadelesi çok zor olurdu. Ben hayatta belli bir mutluluğa inanmayan bir insandım. O yüzden de mutluluğu hep işimde aradım.
* Ama şimdi bir başına onun da mutluluk getirmediğini söylüyorsunuz... Çünkü bilinçleniyorsun, bir kimliğin oluşuyor. Şöhretle kendini ayırabiliyorsun. Şöhretle kendini ayıramadığında zaten yuvarlanıp gidiyorsun bir yerlerde, pes ediyorsun. Ya şöhret seni kullanıyor, ya sen şöhreti kullanıyorsun. Birbirinizi kullanmaya başladığınız andan itibaren keyifli oluyor şöhret. Ben hiçbir zaman şöhret olmak istemediğim kadar şöhret oldum. Yüzyıllarca düşünsem şöhretimin bu kadar uzun süre devam edeceği aklıma gelmezdi. Her beş senede bir 'Nereye gitsem, nasıl bıraksam, bir yere yerleşip başka bir iş mi yapsam?' diye düşündüm.
* Anne ve babanız... Ayrıldıkları için onlara öfke duyar mıydınız? Annem çok dominanttı, babam despottu. Birbirlerini bulmuşlardı. Aslında çok iyilerdi ama farklı kültür yapılarındaydılar. Görücü usülüyle evlenmişlerdi. Dünyanın en yakışıklı babasına ve en güzel annesine sahiptik. Ama o güzellikler resimlerde kalıyor bazen. Evin içindeki huzursuzluklar beni çok yordu. 9-10 yaşlarındaydım. Onları gördükçe 'Hiç evlenmeyeceğim' diyordum. 'Mutlaka kendime ait bir işimin olması lazım, kuvvetli bir kadın olmalıyım' diyordum. Aslında Semiramis'in de bu meslekte devam etmesini çok isterdim. Beraber çok güzel işlere imza atabilirdik. O istemedi. 'Benim senin gibi mücadele ruhum yok' dedi. Ben Zeyna gibi çıktım ortalara. Savaşmayı sevdim herhalde. Savaştım da. Kolay bir şey değil çünkü.
* Sonra niye evlendiniz? Merak ettiğim için. (Gülüşmeler)
* Bir röportajımızda "Keşke annem bugünkü huzurlu ve sakin halimi görebilseydi" demiştiniz. Çok mu tartışırdınız? Sadece annemle değil hayatla çekişirdim. Yorardım onu. İçimdeki o rahatlığa kavuştuktan sonra o beni görmedi. Bu halimi görmesini isterdim. O beni hep savaşırken gördü. Babamı ise 23'ümde kaybettim. Onunla fazla kontağım olamadı. Çok severdi beni. Ama çok otoriterdi.
* Evde şiddet var mıydı? Tabii ki insanlar çocuklarına, onların yanlış bir şey yaptıklarına inandıkları zaman -ki biz hiçbir zaman yanlış bir şey yapmadık- bağırırırlar, döverler. Babam da bağırırdı kendi kendine...
* Babaya tepki, otoriteye tepki, bir kadının erkeklerle ilişkisini etkiliyor mu? Sadece erkeklerle değil hayatla olan ilişkileri de etkiliyor. Ama onları alt ediyorsun. Hayatta tekamül etmek için varız. Tekamül ettikçe üstesinden geliyoruz. Bunları yaşamadan bir şeyleri öğrenemiyorsun.
* 1978 yılında İsrail'deymişsiniz. Yanınızdaki erkekle tartışmışsınız. Tokat atıp avize kırmışsınız... Yapar mıydınız böyle şeyler? Yapmışımdır. Reaksiyon gösterilecek bir durum varsa göstermişimdir. Şimdi 'Aa nasıl yapmışım' diyorum ama demek ki bir cinnet anı var. Seni Ajda Pekkan ile karıştıran insanlara sergilenen bir davranış biçimi belki de...
* İki kadını bir arada yaşatma mücadeleniz hep sürüyor... Bana özel bir format değil bu. Herkesin hayatında var; iki kadın, üç kadın, bazen bir sürü kadın. Sende de vardır bu kadınlar... Ben de senin yaşadıklarını yaşıyorum, artı olarak bir de şarkı söylüyorum. Tabii ki içimde bir şeyler çelişmiştir. Bu da doğal.
* "Artık yüzümdeki çizgileri umursamıyorum" demiştiniz ama kilolar umurunuzda... Çünkü kilo insanı bedbaht eden bir olay. Hiçbir giydiğini giyemiyorsun. Ruhen de kötü olur insan. Kilo beni kondüsyon olarak çok zorluyor. Hayat dediğin nedir ki; o kadar çabuk gelip geçiyor ki. Eğer sağlıkla bugünlere gelmişsek, bundan sonra da sağlıklı olmak lazım. Kilo ve aşırı yemek insanın sağlığını bozuyor.
* Sahnede üç saat kalıyorsunuz. Nasıl sağlıyorsunuz o kondüsyonu? Kaç yaşındasınız? Göründüğüm yaştayım. Sahnede kondüsyon gerekiyor. Şan dersime gitmem de kondüsyon içindir. Sahnede terlemeyi sevmiyorum. Nefes nefese kalmak hoş değil. En iyisini yapmak için, sahneden önce kendimi oradan oraya atıyorum.
* Bu hayatı yeniden yaşamak mümkün olsaydı tercihleriniz değişir miydi? Bu kendi karakterimle, sanatçı yapım arasındaki ayrımdan dolayı birini seçerdim. Biri çok başka bir insan, biri de çok meşhur. Bu çok yoruyor. Bilseydim birinden birini tercih ederdim.
* Bu çifte kişilikli yaşam, insanı farklı sınırlarda dolaştırabilir. O sınırlarda dolaştığınızı hissettiniz mi hiç? Tabii ki... İşte o vazolar, avizeler o zamanlar da kırılmıştır. (Gülüyor) Sonunda her şeyi kabulleniyorsun. Geri dönüş olmadığına göre o iki kişiliği içinde terbiye ediyorsun. Şarkı söylemeyi çok seviyorum. O zaman ne yapacaksın, ötekini eğiteceksin. Başardım sanıyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|