Ortadoğu'da demokrasi mi?
Ortadoğu siyasetiyle ilgilenenlerin geneldeki ruh hali bezginlik, kuşkuculuk ve karamsarlıktan beslenir. Dünyada kıyamet kopar, çelikten sayılan rejimler devrilir, zayıf toplumlar ekonomik gelişmeden pay almaya başlarken Ortadoğu'da, daha doğrusu Ortadoğu'nun Arap devletlerinde yaprak kımıldamaz . Bunun ABD'nin yerleşik rejimlere destek vermesinden kaynaklandığı iddiası büyük ölçüde doğrudur. Ama daha önemlisi yerleşik Arap rejimlerinin ya petrolün sağladığı gelirle toplumlarını uyuşturmaları ya da şiddet kullanmaktaki becerileriyle toplumlarının nefes almasını engelleyebilmeleridir. ABD'nin verdiği destek bu eğilimi güçlendirir, değişimin engellenmesini kolaylaştırır. Görünen o ki ağır ağır da olsa bu dönemin sonuna geliniyor. Bir yandan ABD demokratikleşmeyi destekleme konusunda giderek daha ciddi olduğu mesajını veriyor. Diğer yandan Arap toplumları yaşanan şokların da etkisiyle üzerlerine serpilmiş ölü toprağını şiddetle silkeliyorlar. Geçen günkü Mısır ziyareti sırasında Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice kolayca yabana atılamayacak bir itirafta bulundu. "60 yıl boyunca bu bölgede, yani Ortadoğu'da ülkem ABD, demokrasiyi bir yana iterek istikrarın peşinde koştu ve her ikisini de sağlayamadı.. Artık farklı bir yaklaşımımız var. Halkların demokratik beklentilerini destekliyoruz ". ABD yönetiminin ikinci döneminde yetkililerin beyanlarına bakıldığında gerçekten ilginç bir mesaj şekilleniyor. Washington demokratik tercihlerin İslamcı partileri ya da ABD'den hazetmeyen partileri iktidara taşıması olasılığından eskisi kadar rahatsızlık duymadığını vurguluyor. Modern firavun Hüsnü Mübarek'in ülkesinde üniversite öğrencilerine konuşan Rice, bu yeni duruşu "özgür tercihlerden duyulan korku bundan böyle özgürlüğün engellenmesinin mazereti olamaz" diyerek özetledi. ABD'nin bu beyanları yalnızca söylem düzeyinde bile kalsa bölgede etkili olur. Muhalif akımlara cesaret verir. Kaldı ki giderek Hamas'ın siyasi partileşmesine yönelik tutumuyla, Hızbullah'ı daha nüanslı değerlendirişiyle Amerikan yönetimi söylediklerinin arkasında durabileceği izlenimini de veriyor. Tabii daha önemlisi Arap toplumlarının içinde yaşanan çalkantı ve demokratik arayışların güçlenmesi. Demokratik tecrübesi olan ülkelerin en önemlilerinden Lübnan geçen pazar günü dört haftada yapılan seçimleri tamamladı. Suriye işgalinden sonra yapılan ilk serbest seçimde, Suriye'ye karşı olanlara yönelik suikast kampanyasına rağmen ( dostum, yürekli gazeteci Samir Kesir'i rahmetle anıyorum ) Lübnan parlamentosuna Suriye karşıtı bir çoğunluk seçildi. Seçimler sırasında Lübnan siyasi sisteminin nüvesini oluşturan cemaat ve mezhep ilişkileri yeniden ön plana çıktıysa da Lübnan demokrasisi kan tazeledi. Seçimlerin dürüst şekilde yapılması, bazı önde gelen şahsiyetlerin meclise girmeyi başaramaması ulusal bir siyasetin temellerinin atılması açısından hayli önemli. Lübnan'ın önünde bundan sonra siyasetini gerçek anlamda ulusallaştırmak gibi bir mesele var. İlk kez ulusal kimliğine bu güçte sahip çıkan Lübnan halkı ekonomide modernliği, siyasi sistemde dinsel aidiyetin ötesinde bir anlayışı talep ettiğini ortaya koydu. Bir zamanlar Arap sisteminin en zayıf halkası kabul edilen bu ülkedeki gelişmeler, Suriye'nin geleceğini de etkileyecektir. Değişimden kaçan Baas rejiminin vadesi özellikle Hariri suikastinden sorumlu bulunduğu taktirde artık daha fazla uzamayacaktır . Türkiye'nin de Suriye'yi yönlendirebildiği zannından vazgeçerek siyasetini bölgedeki siyasi hava ve gelişmeleri kaale alan bir çerçeveye oturtması gerekecektir.
|