 |  |
Ölü haklar
ABD'nin küresel güvenlik için hayati önem verdiği Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nin (GOP) hâlâ petekleri tam doldurulamadı ama Fas'tan Pakistan'a kadar uzanan bu geniş coğrafyada konuyla ilgili sempozyumların biri bitmeden diğeri başlıyor. Bunlardan biri de dün -Kuveyt'te ilk kadın bakanın köktendinci milletvekillerinin protestosu altında yemin ederek görevine başladığı saatlerde- İstanbul'da düzenlendi. TESEV'in öncülüğünde. Konusu: "Kadınların kamu hayatına katılımının güçlendirilmesi ve Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi'nde demokratik gelişme." Dışişleri Bakanı Gül sempozyumda yaptığı konuşmada "Toplumun yarısını oluşturan kadınların katkısı olmadan hiçbir ülkenin gerçek demokrasiye ulaşamayacağını" söyledi. Doğru söze ne denir... Ancak söylemin içtenliğini ölçecek tek kriter var elimizde: İcraat. Onda da tek etken belirleyici oluyor: Zihniyet. İcraat açısından baktığımızda, Türkiye'nin kadın-erkek eşitliği, daha doğrusu cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi adına son dönemde önemli adımlar attığını görüyoruz. Örneğin eşitsizliğin en temel nedenlerinden olan kız çocuklarının okula gönderilmemesiyle mücadele gibi. Milli Eğitim Bakanlığı iddialı bir hedef belirledi: Üç yıl sonra bu sorun tümüyle çözülmüş olacak. Ayrıca yeni Türk Ceza Kanunu'nda cinsiyet ayrımcılığının tohumlarını taşıyan 30 maddenin, kadın örgütlerinin yoğun kampanyası sayesinde değiştirilmesi de övünülecek bir gelişme. Aynı şekilde, Anayasa'nın 10'uncu maddesine "Kadın ve erkek eşit haklara sahiptir" eklemesi yapılması da.
Hak sahibi ama bağımlı Ancak bu olumlu gelişmelerin hiçbirisi kadının "Kamu hayatına katılımını güçlendirme"nin zeminini oluşturmuyor. Oluşturamaz da. Çünkü kadına haklarını vermek için çıkarılan yasalar; toplumsal anlayışı, zinhiyetlerde demir atmış geleneksel ölçüleri değiştirmedikçe, ölü metinler olmaktan öteye gitmez. Zihniyetlerdeki geleneksel ölçüleri değiştirmek ise sadece toplumun yönetimine talip siyasi partilerin öncülüğüyle mümkün olabilir. Örneğin Atatürk döneminde Türk kadını "Meslek sahibi anne" diye tanımlanıyordu. O sayede kadınların yüzde 70'inin iş hayatına katılımı sağlanmıştı. 1950'lerle birlikte kadının toplumsal rolünde ve statüsünde karşı-devrim diyebileceğimiz bir değişiklik yapıldı. O artık "Ev kadını"ydı. Bu geriye gidiş nedeniyle bugün hiçbir işte çalışmayan 24 milyon kişinin 17 milyondan fazlasını, yani yüzde 71.4'ünü kadınlar oluşturuyor. AK Parti'nin kadına biçtiği rol de, yarım yüzyıldır topluma egemen olan ya da toplumun yarısına dayatılan zihniyetin yansımasından başka birşey değil. Buyurun iki örnek: İşte seçim beyannamesi: "Partimiz sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi ve ailede mutluluğun sağlanması için kadın sorunlarının giderilmesine önem vermektedir." İşte Erdoğan'ın 18 Mart 2003 tarihinde Meclis'te okuduğu 59'uncu hükümetin programı: "Kadınlarımız sadece toplumun yarısını oluşturdukları için değil, birey ve toplumun gelişimi ile sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde özel bir konuma sahiptirler." "Kadının yeri evidir" inancına dayalı, "Kadının erkeğe bağımlı olmasını" doğal kabul eden değer yargıları egemenliğini sürdürdükçe ve siyasal iktidarlar politikalarını bu bakış açısına dayandırdıkça, kadınlara yasalarla dilediğiniz kadar hak tanıyın... Kullanılmadıktan, kullanılamadıktan sonra ne işe yarayacak ki...
|