|
|
Baba her şeyi biliyor...
Ağustos sıcağı tepemizde... Hani, yol da daha uzun... Oğlan, üç kişilik arka koltuğa sığmaz, vozurdanır, tepinir... Denizli'ye varmışız, yolu da yarılamışız. Günlerden cumartesi; acaba Esat Bey yerinde midir? Kırarız direksiyonu yol yakın fabrikaya... Her zamanki gibi çalışır buluruz odasında... Biraz serinletici içecekler, ardından Ankara siyaseti üzerine sözler... Her zaman doğrudan, katlayıp bükmeden söyler siyasetçiye bakışını. Hatta, siyasilerin yüzlerine karşı da söylediğine tanıklık etmiştir Ankara kulisleri. Ne de olsa soyadı gibidir; Esat Sivri... Bir de kulağı deliktir; duyar ta Denizli'den bizim burnumuzun dibinde olup bitenleri... Tatil için yola çıkılmış, bir nefes almak için uğranılmış. Ancak serde de gazetecilik... Sohbet, uzar da uzar. Can da durmaz, kıpırdanır; "Baba ya üfff... Ne zaman gideceğiz, hadi ama..." "Beş dakika sonra..." desek de Ankara siyaseti açıldı mı, söz kesilmek bilmez; Can da çakar sözünü orta yere: "Tatili burada mı geçireceğiz!..." Esat Bey basar kahkahayı; Başöğretmen gibi atar elini Can'ın omuzuna, götürür masasının arkasında asılı duran tablonun önüne... Önce kızı Berrin'den söz eder; tabloyu hediye olarak getirdiğini anlatır kıvançla. Sonra birlikte yüksek sesle okumaya başlarlar, asılı duran çerçevenin içindeki yazıları; 06 yaşında : Babam herşeyi biliyor. 10 yaşında : Babam çok şeyi biliyor. 15 yaşında : Ben de babam kadar biliyorum. 20 yaşında : Şu muhakkak ki; babamın öyle pek fazla bir şey bildiği yok. 30 yaşında : Bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak. 40 yaşında : Ne de olsa, babam bazı şeyleri biliyor. 50 yaşında : Babam her şeyi biliyor. 60 yaşında : Ah, babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilseydim. Vedalaşır ayrılırız... Yolda Can sorar yaşına uygun; "Baba, sen her şeyi biliyorsun değil mi?..." Aradan geçen bu kadar yıl sonra bir babalar gününde daha takılıverir kulağımıza küpe gibi, duvarda asılı duran o sözler... Bir de Can Yücel'in, babası Hasan Ali Yücel için yazdığı o mükemmel şiir...
|