Erdoğan'ın ABD gezisinden üç görüntü
BİR: Mekân, Beyaz Saray. Başkan Bush, konuya "Sayın Başbakan, sizinle kişisel dostluğumuzdan çok memnunum. Ancak Türkiye'deki Amerikan karşıtlığı bizi kaygılandırıyor" diye giriyor. Konu kapandıktan sonra, Bush bir noktada Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu'na işaret ederek Erdoğan'a şu sözleri söylüyor: "He's a good man, Mr. Prime Minister. Burada çok iyi diplomatlar var ama Faruk gerçekten diplomatik camiada bir lider." Başbakan, ABD Başkanı'nın ağzından kendi sefiriyle ilgili bu sözleri duymaktan memnun kalıyor. Gerçekten de bir süre sonra Washington'dan ayrılması beklenen Loğoğlu, ikili ilişkilerin en hassas ve türbülanslı dönemlerinde, ille de "Ankara'nın duymak istediklerini" değil, iyi bir diplomattan beklenen sağlam analizleri sağladı. Söz kendisine gelince Erdoğan da, Bush'a dönerek ABD büyükelçisi Eric Edelman'ı övmeye başlıyor. Zamanında Türkiye'de sarf etmediği sözler bunlar. Ama Beyaz Saray'da söylenmesi anlamlı çünkü Bush hükümeti Edelman'ı diplomasinin parlak beyinlerinden biri olarak görüyor ve Ankara'nın şu ana kadar büyükelçiyi sahiplenmemiş olmasına hafif buruk... İKİ: New York'un ihtişamlı otellerinden Regency'de şatafatlı bir akşam yemeği. Odada çok sayıda yatırımcı ve büyük fonların yöneticileri var. Klasik Manhattan iş yemeği mönüsü, ıstakoz, filet minyon, hafif bir meyve, ve evet, evet, California'dan şahane bir chardonnay ve ardından cabernet. Başbakan'ın konuşması, Büyük Ortadoğu projesini öven ve Türkiye'nin ABD'nin bölgesel hedeflerini desteklemeye hazır olduğunu anlatan, bolcana tekrar ve teori dolu dış politika ağırlıklı bir metin. Oysa odadakilerin tümü bankacı ve yatırımcı. Para sihirbazları rakam ve somut şeyler duymak istiyorlar. Büyük Ortadoğu, Bush'la ne kadar anlaştığı ya da Suriye'de reform olup olmayacağı umurlarında değil. Merkel iktidara gelirse B planınız var mı? Cumhurbaşkanı olmaya çalışacak mısınız? Erken seçim var mı? Duymak istedikleri, yarın işlem yaparken Brezilya bonolarının mı, Türk özelleştirme projelerinin mi daha karlı olduğu, hükümetin ekonomide yakaladığı istikrar tablosunun nereye kadar devam edeceği, 3 Ekim'de müzakereler başlarsa Türkiye pazarının nasıl etkileneceği. Neyse ki Başbakan konuşma metnini bir kenara bırakarak rakam ve somut projelerden de söz ediyor. Soru-cevap bölümünde her zamanki direkt üslubuyla yatırımcılara "Batı'nın bir parçasıyız; 2007'ye kadar iktidardayız; ekonomik reformlara devam edeceğiz" mesajı veriyor. Manhattan için önemli olan "büyük resim." ÜÇ: Birleşmiş Milletler'in hemen karşısında, İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudi karşıtlığıyla mücadele eden Anti Defamation League'de kahvaltıdayız. Önümüzde tipik New York koşer kahvaltısı var: Füme somon, krem peyniri, bagel denilen simit ekmek ve domates. ADL'nin karizmatik lideri Abe Foxman, Yahudi soykırımından kurtuluşundan ve tüm dünya yüzünü çevirmişken, isimsiz Türk diplomatların Berlin'de Hamburg'da, Marsilya'da, Atina'da Musevileri toplama kamplarına göndermemek için harcadığı çabalardan söz ediyor. Konu, kahramanca bir hareketle Nazilere kafa tutarak 200 Yahudi'nin hayatını kurtaran Rodos konsolosu Selahaddin Ülkümen'e geliyor. Ülkümen sayesinde hayatta olan bir avukat, Rodos'tan İzmir'e kaçışını anlatıyor. Başbakan bu konuyu ne kadar yüreğinden hissediyor bilmiyorum ama dokunaklı bir konuşma yapıyor. Elindeki metin, "Musevi soykırımı tarih boyunca insanlığa karşı gerçekleştirilen en ağır suç" diyor ve "Anti-Semitizm ve terörün aynı kötülüğün iki farklı yüzü" olduğunu anlatıyor. Hızlıca plaketler alınıp veriliyor ve Erdoğan New York Times yayın kuruluyla buluşmak için alelacele oradan çıkıyor.
|