Baharı uğurlamak
Beyoğlu'nda çıkan "Moniteur Oriental" gazetesine günün birinde yeni bir müdür gelir. Kısa zaman sonra gazetenin ön sayfasında çıkan şu haber kulaktan kulağa dolaşır tüm İstanbul'u: "Vapur boyunda ve cüssesinde, bilmem kaç yüz tonilatoluk bir balina, 31 Mart gecesi, havaya mağara yüksekliğinde sular fışkırta fışkırta, rıhtıma çarpmış. Bekçiler, ırgatlar korkudan bucak bucak kaçışmışlar..." Bu haber üzerine Yıldız Sarayı jurnal yağmuruna tutulur. Dönemin padişahı, "tahtın kurusun" diye anlaşılmasından korktuğu için "tahta kurusu" sözcüğünü yasaklayan II. Abdülhamit'tir! Gazete müdürü karakola çekilir ve Sermet Muhtar Alus'un deyişiyle "kuyruğu tava sapına çevrilir". Sizin anlayacağınız muhteremi bir güzel döverler. Neden mi?.. Neden olacak; balina kuzey denizlerinde yaşayan bir canlıdır. Kim vardır oralarda? Rusya! Öyleyse bu haber Rusya'nın İstanbul'u işgal edeceğini ima ediyor, okurun kafasını karıştırıyor! Yaaa!... Oysa, gazete müdürünün amacı sadece "1 Nisan" şakası yapmaktı! Ertesi günkü gazetede haberin şaka olduğu yazılınca, Osmanlı tokatını yiyen aynı gazeteci saray tarafından üçüncü dereceden mecidi nişanı ve 50 adet altınla ödüllendirilir. Ne gariptir ki II. Abdülhamit'in tahttan indirilerek, Selanik'e sürgüne gönderildiği gün, 1909 yılının 27 Nisan'ıdır!... Doğanın gülümsemesidir bahar. Bu yüzden "1 Kasım" ya da "1 Şubat" şakası yoktur. Kış mevsiminin pencere altlarına sıraladığı buz hançerler, pencere önlerine konulan saksılarda açan çiçeklere bırakır yerlerini. İstanbul'un iki yakası arasında mekik dokuyan vapurların güvertesindeki sıralarda da gönlü çiçek açmış yolcular oturmaya başlar. Kışın kalın, koyu renkli kazakları, anıların unutulmaya karşı kullandığı kimyasal silahı olan naftaline sarılarak dolaba kaldırılır.
KEDİ EŞ BULUR Baharın gelişi evlerin damlarından anlaşılır. Bacaların kızgınlığı kışın yalnızlığını üstünden atmaya çalışan kedilere bırakır yerini. Miyavlamalardan uyuyamayan bir İstanbullu terliğinin tekini dama fırlatır kızgınlıkla. Kedi, bir eş bulur kendine, yalnız kalan terlik olur. Yalnızca kediler mi? Tüm canlılar kendilerine bir eş bulurlar. Cansızlara özgüdür, baharda yalnız kalmak! Tıpkı, damda üşüyen terlik gibi... Patika yolların kıyısındaki çiçeklerden kolyeler yaparak çıkarlardı Çamlıca Tepesi'ne. Yılda yalnızca bir kez bir araya gelmelerine tahammül edilirdi. Saraydan alınan izinle şarkılarını söylerlerdi o gün, bir ağızdan... Ortak özellikleri söyledikleri şarkılar değildi yalnızca!.. Hepsinin de karaydı teni!.. Afrikalılardır onlar; köle tüccarları tarafından topraklarından koparılan, Çemberlitaş'taki Esir Han'da satılan Afrikalılar!.. İstanbul'da yaşayan Afrikalı köleler için bahar, yılda bir kez de olsa şarkılarını özgürce söyleyebilmeleri demekti. İstanbullu "Arapların Düğünü" adını takmıştı Afrikalıların buluşmasına. Bir bahar günü, Çamlıca Tepesi'nde yapılan bu buluşma Çırpıcı Çayırı'na taşınır sonradan. Düşünürüm hep; neden İstanbul'da yaşayan Afrikalıların anısına bir heykel konulmuyor Çamlıca Tepesi'ne!?. Özgürlük şarkıları söylesek etrafında, ellerimizde bahar çiçekleri Ben ki, bir bahar günü, Çamlıca Tepesi'nin eteklerinde gezinirken uçurtma uçuran çocuklar ya da özgürce uçan göçmen kuşları ellerindeki dürbünlerle gözlemleyen insanlarla karşılaşınca onları, yaşantıları boyunca zürafa, gergedan, fil göremeyen, İstanbul'da doğup büyüyen Afrikalıları anımsarım. Bahar günleri, Galata Köprüsü'ndeki oltaların sayısında artış görülür. Ama köprü üstünde balık tutanların hiçbiri, ülkelerinde bir gazetecinin düşüncelerinden dolayı ilk kez, bir bahar günü, 6 Nisan 1909 tarihinde Galata Köprüsü'nde öldürüldüğünü bilmezler; bu yüzden de kendi yaşamlarında birer yem olmaktan kurtulamazlar. İstanbul'da bir bahar yazısı yazmak, Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi Bey'i saygıyla anmak demektir. Az önce göçmen kuşlardan söz edince aklıma geldi: Bahar, İstanbul Boğazı'nın fokları için birer köpek kulübesi gibi kullandıkları yalıların kayıkhanelerini terk etme mevsimiydi!.. Yalıların gerçek sahipleri nisan ayıyla birlikte gelmeye başlayınca, foklar da Boğaz'dan ayrılır, İstanbullular'dan uzak olan Tuzla kıyılarına göç ederlerdi.
BAHARİYE'YE GİDİLİR İstanbul'un iki yakasında, bahar günleri gidilen iki yer vardı ki, her ikisi de "Bahariye" adıyla anılır. İlki, Kadıköy'de bulunan Bahariye'dir. Günümüzde bir ağaç gölgesinin zor bulunduğu bu yerde, karanlık bir kuyu gibi "Bahariye Caddesi" uzanmaktadır. İkincisi ise Haliç'te, Eyüp iskelesinden Silahtarağa'ya kadar uzanan kıyı şerididir. Buradaki küçük adacıklar "Bahariye Adaları" olarak bilinir. Kadıköy'deki eski Bahariye'ye "kuyu gibi" demiştik. İşte, bu kuyunun suyu öbür yakada bulunan Bahariye'de çıkar karşımıza. Bir su ki değil yüzmek, yanında bile duramazsınız!.. Diyeceğim o ki, güzel bir bahar günü, her iki Bahariye'den birine gitmek, kuyuya düşmekten farksızdır. Bir bahar daha geçti İstanbul'dan fark ettiniz ya da etmediniz, yaşadınız ya da yaşamadınız!.. Herkes için umut ve neşe kaynağı mıdır bahar? Hayır! En azından biri için öyle değildir. Onun kim olduğunun yanıtını şu dizelerimde gizlidir: Havalar ısınmaya başlayınca bu aşk da biter ben ki bırakırken bir anlık gülümsediniz diye paltonuzun sıcaklığıyla avunan vestiyer
|