|
|
|
|
Orhan Pamuk Kore'yi yazdı
Ünlü yazar Orhan Pamuk, Seul'de katıldığı yazarlar forumu ışığında Güney ve Kuzey Kore'nin son durumunu kendi kalemiyle anlattı.
Bizi nasıl buldunuz?
Ünlü yazar Orhan Pamuk, Seul'de katıldığı yazarlar forumu ışığında Güney ve Kuzey Kore'nin son durumunu kendi kalemiyle anlattı.
"Bizi nasıl buldunuz?", "Korece kulağınıza nasıl geliyor?" Hayatımda ilk defa geldiğim Seul'de havaalanından çıktıktan on dakika sonra bu soruları sordukları için Koreliler'in Türkler'e benzediklerini düşündüm. Koreliler de Türkler gibi başkalarının kendileri hakkında ne düşündükleri konusunda çok meraklı. Burada da kimlik endişeleri, milliyetçilik buhranları bir dert. Ama Türkiye'deki kadar sert, can yakıcı, hatta yer yer ölümcül değil bu dertler burada. Son yirmi yıllık Kore ekonomik mucizesi kimlik dertlerini ve milliyetçiliğin dilini yumuşatmış ve Koreliler'i hayata bizlerden daha olumlu ve hoşgörülü bakan mutlu insanlar yapmış. Koreli aydınlar, edebiyatçılarının dünyada yeterince tanınmadığından şikayet ettikten, yazarlarının dünyaya nasıl tanıtılabileceğini dünyaca ünlü yazarlara sorduktan biraz sonra laf arasında şunu söylemekten de gurur duyabiliyorlar: "Adam başına gelirde dünyanın on ikinci zengin ülkesiyiz." Bir başarıyla dünyadan onay alma mutluluğu çok kısa bir süre önce hastalıklı insan organlarının, hücrelerinden yeniden yaratılabileceğini kanıtlayan Koreli bilim adamı Woo Suk Hwang sayesinde bir kere daha yaşanmış. Başkan Bush'un insan kopyalamasına yol açabileceği gerekçesiyle Hwang'a karşı çıkması ise bütün Kore'yi bir bilim ve gerçek aşkıyla ve milliyetçi duygularla birleştirmiş. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bütün ülke Bush'a karşı bilim adamına sahip çıkıp onu desteklemiş.
JAPON ZULMÜ UNUTULMADI Katıldığım yazarlar forumunda sözü açılan bir diğer milli mesele de Japonlar'ın Kore'den özür dilemesiyle ilgiliydi. Japonlar'ın Çin'i ve Kore'yi II. Dünya Savaşı'nda işgalleri sırasında yaptıkları zulüm unutulacak gibi değil. Aralarında Çinli ve Koreli kadınların kaçırılıp Japon askerleri için cinsel köle olarak kullanılmaları gibi vahşetler de olan bu geçmiş zulümlerin hatırlanmasının, son aylarda bu ülkeler arasında gerginliklere yol açtığını bütün dünya biliyor. Foruma katılan Japon yazarı Kenzaburo Oe, ülkesinin geçmişteki bu vahşetler için özür dilemesinden yana olduğunu, zaten böyle bir demokratik hareketin parçası olduğunu içten, yumuşak ve dostane bir dille anlattı. Ama kendi ülkesinin aşırı milliyetçi ve muhafazakar siyasetçilerinden söz ederken aynı yumuşaklığı gösteremedi. "Japon hiç kötülük yapmaz, yapsa da kabul edip af dilemez", görüşündeki bu "milliyetçi" siyasetçiler ve basın erbabı belli ki Oe'yi biraz üzmüşler. Gene de hem Japonya'da hem de Kore'de geçmiş günahlardan söz etmenin üslubunun bizde ve Ortadoğu'da olduğundan çok daha yumuşak ve insani olduğunu da hissettim.
BAŞ DÖNDÜREN ZENGİNLİK Bu ülkelerin geçmişe hoşgörü ve güvenle bakabilmeleri herhalde şu sıralarda yaşadıkları dünyaya parmak ısırtan zenginleşme ile ilgili. Seul'de dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığım kadar aşırı zengin (ama zevkli de) binalar, otel lobileri (dünyanın en zevkli asansörleri Seul'de) ve kitapçılar gördüm. Bu baş döndürücü zenginleşme ve büyümenin hızıyla günde on iki saat çalışmanın zevklerinden söz eden, çalışmaktan kocasıyla görüşemediği için içine düştüğü yalnızlıktan şikayet eden ya da tek mutluluğunun cumartesi öğleden sonraları tıkış tıkış kalabalık ve sonsuz bir hangar büyüklüğündeki kitapçılarda gezinmek olduğunu anlatan heyecanlı insanlarla tanıştım. Seul'ün marka dükkanlarıyla çevrili en büyük ve en gösterişli caddesinde fakirlere tencere ile dağıtılan yemek için oluşan uzun kuyruğu da gördüm. Ama zengin ile fakir arasındaki fark Kore'de bizdekinden çok daha az.
KUZEY KORE SORUNU Yazarlar buluşmasına çağrılan ve o büyük kitapçılarda kitapları satılan dünyaca ünlü yabancı yazarlar ise bu tür toplantılarda hep gördüğüm gibi, sabah otelin kahvaltı salonunda hüzünlü bir yalnızlık içinde, tek başlarına kahvaltı ediyorlar. Neyse, ben postmodern ve deneysel romanın dünyadaki yaşayan en kıdemli ve en saygın yaratıcılarından Amerikalı romancı Robert Coover ile sabah kahvemi içerken ahbaplık ettim. Ama konumuz postmodernizm değil, Coover'ın 1954'te 6. filoyla Amerikan denizcisi olarak geldiği İzmir'de birtakım arkadaşıyla çıktığı domuz avıydı. Güney Kore'nin asıl sorunu ise Kuzey Kore. Açlıktan kırılan, dünyadan kopmuş bu tuhaf diktatörlük atom bombası sahibi olduğunu söyleyerek ve tıpkı elindeki silahla kedini ve herkesi öldürmekle tehdit eden sorunlu kardeş gibi herkesi korkutuyor. Ben Kore disiplinine uyup bu tehlikeyi gözlemlemek için Güney-Kuzey sınırına götürülen Baudrillard gibi pek çok yazara katılamadım. Onun yerine Kore'de çıkan kitaplarımın (bugünlerde Kar çıktı) çevirmeni, arkadaşım Nana Lee ve yakınlarıyla Sarıdeniz kıyısına gidip yosun çorbası kaşıklayıp, deniz sümüklüböceği yiyip, şişe şişe pirinç rakısı içtik. Sonra hep birlikte bir karaoke salonuna gittik ve elimize mikrofonları alıp hüzün ve neşeyle bağıra bağıra eski Amerikan şarkıları söyledik. Eniştem Kore Savaşı'na katıldığı, çocukluğumda bize Kore'den hikayeler anlattığı için bu ülke bana bize çok yakınmış gibi gelirdi hep. Gerçekten de Kore'de de Türkiye'deki gibi, tavşan dişli sevimli çocuklar, uzun boylu yabancıların arkasından "Hello, hello!" diye bağırıp hep birlikte kahkahalar atıyorlar...
Orhan PAMUK
|
|
|
|
|
|
|
|
|