Ankara'ya düşen görev
Türkiye'nin AB'yi bırakıp gideceği ikinci bir yol yok. Bu gerçeği herkes görmeli.
Türkiye, etkin üyelerinin yeni temsilcilerinin kendisine çok sıcak bakmadığı bir kulübe girme hazırlığında. Kabul edelim veya etmeyelim, Avrupa halkları birer ikişer, sadece Türkiye'ye değil, Avrupa Birliği'nin gelişme sürecine toptan karşı. Önce Fransa, ardından Holllanda'da ortaya çıkan sonuç, AB'nin çekirdek kurucularının "yeni gelenler"den pek hazzetmediğini ortaya koydu. Burada Avrupalı liderler kadar, Erdoğan Hükümeti'ne de büyük görev düşüyor. Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki, AB projesi son tahlilde bir halk hareketi değildir. Avrupa elitinin başta sadece dar bir çekirdek olarak düşünüp sonra bir uygarlık projesi haline dönüştürdüğü bir toplumsal mühendislik hareketidir. Bugün Avrupalı liderlere düşen görev, popülist baskılara boğun eğmeden, bu baskılara taviz vermeden kurucuların çizdiği yolda ilerlemektir. Avrupa Birliği, "yumuşak güç" dediğimiz iktidar erkini kullanarak yakın coğrafyasında geri döndürülemez değişimler yaptırmayı başarmıştır. Avrupalı politikacıların Amerika'nın sert güç kullanma eğilimine karşı kullandıkları en önemli argüman buydu: Toplumları, Avrupa Birliği projesinin cazibesiyle değiştirebilme kabiliyeti. Bu gücün etkisine bizzat Türkiye'de tanık olduk. 3-5 yıl önce hayal edemeyeceğimiz reformlara bu yumuşak gücün etkisiyle imza attık. İnsan hakları, demokrasi, hukuk alanında çok çarpıcı değişimler gerçekleştirdik. Bunlar yeterli mi, elbette değil. Ancak bu reform azminin devam etmesi, "uygarlıklar arası köprü" denilen Türkiye'nin uygarlıklar arasında bir çatışma alanına dönüşme ihtimalinin tamamen kapatılması, Avrupa Birliği liderliğinin kapıyı yüzümüze çarpmamasına bağlı. Avrupa Birliği, Türkiye ve Balkanlar'ın istikrarsızlığa sürüklenip kendi üzerinde ciddi bir tehdit unsuru haline gelmemesi için 17 Aralık'ta attığı imzaya sahip çıkmalı ve tam üyelik sürecini 3 Ekim'de başlatmalı. Burada AK Parti iktidarına da büyük görevler düşüyor. Avrupa'nın kuşkucu kamuoyu ile demagog politikacılarına malzeme verecek tutum ve kararlardan özenle kaçınmalı. İktidar, "Bunların aslında gizli ajandası var" dedirtecek tarzda uygulamaları aklından bile geçirmemeli. Zina önerisi sırasında yaşanan güvensizlik duygusunun hala geçmediğini çok iyi hatırlamalı. Bunu yaparken reform sürecine de hız vermeli. Önümüzde uzun ince bir yol olduğunu hiç unutmamalı. Bu sürecin Türkiye'ye yepyeni bir çehre vereceğini biliyoruz. Gelecek kuşakların tam demokratik, müreffeh bir toplum içinde yaşama şansını, kısa vadeli politik hesaplara, parti içi dengelere feda etmemeli. Avrupa'daki gelişmelerin iktidarın işini zorlaştırdığını kabul etmemiz gerekir. Ankara'da bu konuda karamsarlık yok ama toplumun AB projesinde sarsılma olduğu bir gerçek. İktidara düşen, bu atmosferi en kısa sürede dağıtıp bu projeden vazgeçilmeyeceği fikrine herkesi yeniden ikna etmek olmalı. Çünkü bugün krize girmiş olsa da Avrupa Birliği büyük bir proje. Türkiye'nin AB'yi bırakıp gidebileceği bir ikinci yol yok. Avrupa Birliği yolundan sapan bir Türkiye hem kendisi, hem yakın çevresi, hem de Avrupa için büyük bir istikrarsızlık kaynağı olur. Bu gerçeği hem bizim, hem Avrupalı devlet adamlarının görmesinde büyük yarar var.
|