Yalan Cumhuriyeti
Nihayet Hollanda halkının da Avrupa rekoru kırarak birlik anayasasına 'hayır' demesiyle AB içinde pekişen güven bunalımın ardından Türkiye'nin resmi karamsarlığı gizlenemez bir hal aldı. Kamuya iyimser beyanlarda bulunan yetkililerin kapalı kapılar ardında itiraf ettikleri yılgınlık artık saklanamıyor. Böyle iken zevahiri kurtarmak için iyimser görünmeye çalışmak, halkın siyasetçiye güvenini daha da sarsıyor. Doğrusu AB can derdine düşmüşken Türkiye'nin bu yoldaki girişim ve beklentileri üzerinde fikir yürütmek 'filanca ayın otuzyedinci günü' hakkında fal açmaktan ileri bir anlam taşıyamaz. Dilerim bu kara tablo bize 'Brüksel için değil kendimiz için yapıyoruz' şeklindeki resmi yalanı sorgulatır. 1963 yılından günümüze gelen bu yalanla yarım yüzyılı öldürdük. - Brüksel için değil kendimiz için yapıyoruz! Bu milli yalanı şimdiye kadar hakikat ile hiç delebildik mi? Bir kere olsun hakikaten kendi halkımız için bir düzenleme yapabildik mi? Bu soruya olumlu cevap aranabilecek en iddialı dönem şimdiki iktidarın gelişinden 17 Aralık 2004'e kadar geçen süredir. Zira kğıt üzerindeki en köklü değişiklikler bu süreçte gerçekleştirildi. Peki bunların ne kadarı gerçekten 'kendimiz için' yapıldı? Bu yeniliklerden ne kadarı halkın hayatında gözle görülür bir çağdaşlaşmaya yol açtı? Bunca uyum çabalarından sonra Türkiye insanının devletinden gördüğü muameleler, Avrupa'dakine bir milim dahi yaklaşabildi mi? Kimse gündelik hayatımızda daha uygar bir çizgiye doğru ilerlediğimizi iddia edemez. Bütün bu düzenlemeler, özellikle cesur (?!) değişiklikler sadece bölücülerin yararlanabilecekleri bazı esneklikler sağlamıştır. Onun ötesinde dürüst vatandaşa değil daha adaletli bir devlet, samimi olarak buna niyetli bir yönetim bile keşfedebilmiş değiliz. Elbette adaletin çok zor gerçekleştiğini biliyorum. Bizimki gibi çürümüş bir toplumda, soyulmuş ve soyulmaya devam eden bir devlette adalet zor değil imkızdır. Lakin hiç değilse 'olabildiğince adaletli davranmayı samimiyetle arzulayan, bu yönde iradesini sürdüren' bir yönetim anlayışı sergilenebilirdi. Böyle bir yönetim anlayışı var mıdır? Çok partili siyasi hayatımızda hiç olmadığı gibi, bugün de yoktur! Böyle bir yönetim anlayışı olmadığına göre AB'ye tam üyelik yolunda yapılmış düzenlemeler sadece ve sadece göstermeliktir. İkiyüzlülüğümüz öylesine yaman ki 'Brüksel için değil kendimiz için yapıyoruz' şeklindeki resmi yalanı bile bile benimsemiş gibi davrandık. Bir kısım aydınlarımız 'kendimiz için yapıyoruz' demeseler bile, 'yapmalıyız' diyerek yalanı evcilleştirdiler. Çünkü 'yapmalıyız' diye laf yuvarlamanın hiçbir işlevi yoktur. Böyleyken onlarca yıla sığmış Avrupa'daki dönüşümler sanki sadece iktidardaki bir kadronun gayret ve himmeti ile kısa zamanda gerçekleştirilebilirmiş gibi ahkkesmek bu yalanın evcilleştirilmesiydi. Devletimizi ve vatandaşımızı Avrupa'daki çizgiye getirebilmek için mevzuat düzenlemelerinin asla yetmeyeceğini, zihniyeti geliştirmek için daha kırk fırın ekmek yemek gerekeceğini ve hele dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına girebilen tek yüksek öğrenim kurumu bulunmayan bir ülkenin böyle bir atılıma aday bile olamayacağını hangi aydın bilmez mi? Öyleyse 'Brüksel için değil kendimiz için' ibaresini ister 'yapıyoruz', ister 'yapmalıyız' diye bitirelim her durumda kaba veya evcil bir yalan söylüyoruz demektir. Sanki 'bölücülerin işine yarayacak düzenlemeler gerçekleşsin, gerisi önemli değil' der gibi acul düzenlemeler için yırtındık. Buna karşılık sade vatandaşa yansıyacak uygar uygulamalar için ne kadar çaba sergiledik? Uyum paketlerinin yasalaşması ile uygulama arasındaki uçurumun takipçiliğini ne ölçüde yaptık? Sözgelimi resmi kurumlardaki rüşvet çarkı açısından 'torbacı' sınıfının siyasi ve ideolojik mensubiyetinden başka hiçbir şeyin değişmediğini ne kadar dert edindik? Varsa yoksa şekilcilik. AB'cilik sürecimizin tamamen göstermelik olduğuna ilişkin anıtsal kanıt, baş müzakerecimiz Ali Babacan'ın kaygısı: -Şirket aile şirketi, kime devredebilirim bilemiyorum. Gerekirse babamla konuşurum, değerlendiririz ve devrederim. Sanki 'hisse devretmek' tertemiz kalmanın garantisi! Sanki bir şirkete ortak olmak ve ticaret yapmak hırsızlığın tescili! Böyle saçma kaygılar ve böyle saçma çarelerle 'devlet etme' zannı kadar, bunları marifet diye sunan gazetecilik anlayışı da kahredici bir gerilik değil midir? AB'ciliğimiz gibi dürüstlük de göstermelik!
|