Fransız kalmak
Fransızlar " Hayır " dedi. Neye dedi? Türkiye'ye mi, Avrupa Birliği'ne mi? " Hayır ", sadece buradan göründüğü kadar mı?
Fransa'da kimlerin " Hayır " dediğine ve öncelikle ne için dediğine bakınca, " Fransız krizi "nin ne olduğu bir de o açıdan anlaşılabiliyor. Merkez sağ bir iktidarın bulunduğu... Demir atmış Cumhurbaşkanı'nın, " aşırı sağ "a karşı solun ve merkez sağın oylarıyla oraya yerleştiği... " Sosyal devlet " geleneğinden " küresel liberalizm "e hızla kaymış ve hoşnutsuzları artmış bir ülke orası. Sol ve sağ milliyetçiliklerin de bu hoşnutsuzluk zemininde kendine yer bulabildiği bir ülke.
Fransa'da Sol, ikiye bölünen Sosyalist Parti'nin ortalamanın biraz üstündeki " Hayır "ı dışında, ortalamanın epey üstünde bir " Hayır " çıkardı. " Sol' un tabanı " sayılan ücretlilerde, işçilerde yüzde 79, memurlarda yüzde 67'lik bir " Hayır " oranına ulaşıldığı sanılıyor. Nitekim, " Hayır " bu kesimlerde şöyle ifade edildi hep: " Liberal Anayasa' ya Hayır " . Yani, " kazanan sınıflar "ın, güçlülerin, küresel piyasalara ve düzenlemelere hakim olanların anayasası diye nitelenen, kendilerine " Fransız kaldığını" düşündükleri bir şeye hayır dediler. Ücretlilere, gençler ve işsizler de yüksek oranda katıldı; çiftçiler de. Ve Sol'dan protesto, liberal kurallara tepki oyları... Le Pen, Philippe de Villiers gibi aşırı sağ liderlerin, ırkçı, milliyetçi, Avrupa ve yabancı karşıtı oylarıyla karıştı, harmanlandı, bu sonuca ulaşıldı. O kadar ki, umutsuz, dışlanmış banliyödeki Arap da, o Araplara düşman ırkçı, milliyetçi Fransız da " Hayır "da birleşebildi. Üstelik epey kararlı ve Avrupa ölçülerinde yüksek bir katılımla.
Avrupa'nın birlik ve genişleme projelerinin yara alması... Fransa'da Cumhurbaşkanı'nın ve hükümetin darbe yemesi... Bütün bu sonuçların yanında, yukarıdaki açıdan esas önemsenmesi gereken şu: İster beğenin ister beğenmeyin, ister mutlu olun ister mutsuz... İnsanları, aileleri, güçsüzleri, yoksunları, yoksulları, işsiz kalmaktan korkanları ve işsiz kalmaktan bunalanları, küçükleri, mütevazıları, belki " çağı yakalayamayanlar "ı ihmal eden... Onları tedirgin eden... Onları güvensiz kılan... Onları hükmen yenik ilan eden... Değersiz olduklarını fısıldayan yahut haykıran... Sosyal dayanışma modellerini demode ve yük gören... Bireyselliği, yırtmayı, şiddetli rekabetle itişip kakışmayı, yoldan çıkarmayı kutsayan... Demokrasi ve cumhuriyetin, adalet, eşitlik gibi vaatlerini pek takmayan... Küresel iktidarlar adına yerel, bölgesel, ulusal yetimler, kimsesizler, terk edilmişler, kaybedenler yaratan ve çoğaltan bir " Liberal humma "nın kendisiyle de yüzleşme anı bu. Üstelik, sağı solu karışan, öfkesiyle tepkisinin demokratik muhtevası kuşku götürebilen, sol mol derken aşırı, ırkçı, dışlamacı bir sağa yataklık yapabilecek bir fırtına bu.
Türkiye biraz durup şunu da düşünebilir: Demokrasi, hukuk... Eksik gedik... Tamam. Ama bu tür bir mücadele, çatlama ve hoşnutsuzlar isyanına sahne olan AB'ye, ben bizzat kendim, nasıl bir nüfus yapısı, ne kadarlık " Kişi başına mutluluk ve güven "le adayım?
|