| |
Siyaset dersi
Fransa'daki Avrupa Anayasası referandumu o kadar çok ders içeriyor ki, mutlaka yüzlerce teze konu olacak... Kimi komünistlerin, sosyalistlerin ve aşırı sağcıların nasıl bir bir şemsiye altına girebildiklerini irdeleyecek. Kimi zenginliğin nimetlerini komşularıyla paylaşmayı reddeden bencilliğin nedenlerini araştıracak. Ancak özellikle iki konudaki araştırmalar son derece yararlı olacak: 1- Seçmen-siyasetçi ilişkileri: Bu referandum hem Brüksel'deki bürokratların, hem de Paris'teki siyasetçilerin halktan da, gerçeklerden de ne denli kopuk olduklarını olanca dehşetiyle gözler önüne serdi. Buyurun somut bir bulgu: Sosyalist Parti'nin iç oylamasında yüzde 59 "evet" çıktı ama referandumda sosyalist seçmenlerin yüzde 60'ı "hayır" oyu verdi. Bir başka örnek: Tüm kentlerde "hayır" fark atarken, Paris'te "evet" kazandı! 2- Halkın sorunlarını ve korkularını pervasızca sömüren politikacıların ne denli yıkıcı zararlar verebilecekleri. Onu da örnekleyelim: Mart ortasına kadar kamuoyu araştırmalarında "evet" önde gidiyordu. O günlerde birileri "Polonyalı muslukçu" lafını ortaya atıverdi. Sözde, hizmetlerin serbest dolaşımı ilkesinin hayata geçirilmesiyle birlikte Polonya'dan Fransa'ya muslukçu akını başlamıştı. Fransız muslukçular işlerini ve ekmeklerini kaybediyorlardı. Çünkü Polonyalılar rekabet kabul etmeyecek kadar ucuza çalışıyorlardı. Buna "sosyal damping" denirdi. İşte o rivayetle birlikte, "hayır" şaha kalktı. Polonyalı muslukçulara Letonyalı elektrikçiler, Slovak TIR şoförleri, Çek tarım işçileri eklendi. Birileri ellerinde kırbaç, halkın korkularını kamçılayıp durdu. Buyurun sandığa etkisini: İşçilerin yüzde 79'u, çiftçilerin yüzde 70'i, memurların yüzde 67'si, esnaf ve KOBİ işverenlerinin yüzde 51'i sandığa "hayır" oyu attı. Buna karşılık, yüksek ücretlilerin ve doktor, avukat, mimar, mühendis gibi serbest meslek sahiplerinin yüzde 69'u "evet" dedi. Çünkü onların işleri için tehlike yoktu. En vahimi, ne Polonyalı muslukçu vardı Fransa'da, ne Letonyalı elektrikçi...
Blair'e sıkı tutunun Gelelim Fransa'daki sonucun Türkiye'nin AB sürecine etkisine... Cumhurbaşkanı Chirac sonuçların belli olmasından sonra yaptığı dramatik konuşmada "Yükümlülüklerimizin arkasında duracağız" diyerek, AB Komisyonu Başkanı Barroso da "Türkiye'yle müzakerelerin kararlaştırıldığı gibi 3 Ekim'de başlayacağını" açıklayarak, güvencelerini tazelediler. Ayrıca Fransız halkının "hayır"ında Türkiye'nin olası üyeliğinin etkisinin, yine sorumsuz politikacıların onca kışkırtmasına rağmen son derece sınırlı payı olması da iyi işaret. "Hayırcılar" tercihlerinde Türkiye'yi ancak beşinci neden saydılar. Ve nihayet, daha önce de yazdığımız gibi, 1 Temmuz'da dönem başkanlığının İngiltere'ye geçmesi de müthiş bir şans. Geçmekle kalmayacak; Fransa Dışişleri Bakanı Michel Barnier'in ifadesiyle "AB çok daha liberal ufuklara yelken açacak. Avrupa'yı bir süpermarket olarak gören Anglosakson vizyonu ağırlığını koyacak." Bu da işimizi kolaylaştıran bir etken. Kısacası, 3 Ekim'de müzakereler açılacak ama sonrası sisli. Fransa'da Sarkozy'nin güçlenmesi, Almanya'da Merkel'in seçimi kazanması elbette müzakereleri zorlayacak. Çünkü ikisi de yeminli "imtiyazlı ortaklık"çı. O kritik dönemde de Blair herhalde sonuna kadar sözünün arkasında duracak. Ne diyordu? "Türkiye, Avrupa için gerçekten büyük bir kazanç olacak."
|