| |
|
|
Tarzan zor durumda
Soykırım meselesi niye bu kadar dal budak sardı? Acaba şöyle bir benzetme, bir analoji yapabilir miyiz?.. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD 'insan hakları' kavramına vurgu yaptı. Bu ilk bakışta gayet insancıl bir yaklaşımdı. Halbuki her kavram gibi bu da politikti. ABD'nin dünya çapındaki uygulamalarına meşruiyet sağlıyordu. 'Vay sen insan haklarını nasıl ihlal edersin' diyerek, gerekli gördüğü zaman rejimlere, daha doğrusu yönetimlere müdahale ediyordu. Böylece 'insan hakları' kavramı ABD karşıtı yönetimleri yerinden etme ya da hizaya sokmada kullanıldı. Böyle olduğunu nereden mi biliyoruz? Çünkü insan hakları birçok yerde çiğnenmesine rağmen ABD bunların hepsine değil, kendi çıkarına uygun olanlarına müdahale etti. Diğerlerine göz yumdu.
Benzeri bir şekilde Avrupa da 'hatırlama kültürü'nü yani 'geçmişle hesaplaşma' temasını kullanıyor. Tabii Avrupa Birliği, ABD gibi nispeten tek akıldan oluşan bir bütün olmadığı için bu politika ağır aksak işliyor. Ama neticede 'insan hakları' nasıl politize edilmiş bir kavramsa, 'hatırlama kültürü' de öyle. Türkiye'nin, çekirdeğini asker ve sivil bürokratların oluşturduğu yönetici eliti 'soykırım olmadı' diyor. Bu elit aynı zamanda AB'ye de direnen kesim. 'Evet soykırım oldu' dedikleri anda konumlarını terk etmek durumunda kalacaklar. Öyle ya... Düne kadar 'soykırım olmadı' diyen bir kişi, bugün 'evet oldu' diyerek koltuğunu koruyabilir mi? O gider, yerine AB ile uyumlu politikalar güdecek birisi gelir. Söz konusu eliti oluşturan kadroların bu fırtınayı atlatıp atlatamayacağını merakla izliyorum. 'Birikim' son sayısında Ermeni sorununu ele aldı. Dergide çok çarpıcı makaleler var. Taner Akçam ve Ayhan Aktar'ın 'Mavi Kitap' tartışmalarını ele alan yazılarını özellikle tavsiye ederim: Bizim yönetici elitin, ne tür hatalar yaptığını, üstelik bu hatalara nasıl Meclis'i ve medyayı da dahil ettiğini gayet vurucu bir biçimde, örneklerle, belgelerle, tarihlerle anlatıyorlar. Dergideki makaleleri okuduğunuzda şunu gayet iyi görüyorsunuz: 'Soykırım olmadı' fikrinin mevcut savunma şekli (konferanslar, kitaplar vs.) ancak Türkiye'de alıcı buluyor. Yani "Türk'ün Türk'e propagandası"ndan ibaret. Yurt dışında bu laflara kulak asan pek yok.
Ayhan Aktar'dan bir alıntıyla bitirelim: "Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı isimli kitabı onun I. Dünya Savaşı anılarıdır. Yazar, Dr. Bahaettin Şakir bey ile Halide Edip hanımın Adana tren istasyonunda tanışmalarını anlatır. Halide Edip Adıvar, o günlerde Ermeni tehcirini yöneten Bahaettin Şakir ile ilk kez tanışmaktadır. Kompartımanda Ermeni meselesi tartışılır. Bahaettin Şakir trenden indikten sonra Halide Edip hışımla Falih Rıfkı'ya döner ve 'Bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız!' der. Dr. Bahaettin Şakir ise asteğmen Falih Rıfkı'ya, 'Senin gibi yetişme aşamasındaki kıymetli gençleri bu kadınla temas etmekten men etmek lazım' der. Galiba 2005 yılında Ermeni meselesi tartışılırken bu iki insanın temsil ettiği değerleri tartışmamız gerekiyor: Halide Edip mi, yoksa Dr. Bahaettin Şakir mi? Bize dikte ettirilen seçim de bu galiba!"
|