Yabancı sermaye düşmanı mı oldun?
Bazı dostlarım, "sen yabancı sermaye düşmanı mı oldun? Neden Erdemir, Türk Telekom, Turkcell gibi şirketlerin yabancı sermayeye satılmasına karşı görünüyorsun?" diye soruyor. Altını çizerek vurgulamak isterim ki, yabancı sermayenin kendisine değil, söz konusu şirketlerin "tek başına" yabancı şirketlerinin eline geçmesine karşıyım. İkisi arasında fark var. Ayrıca, her bir şirket için de (birbirinden ayrışan) haklı nedenlerim olduğunu düşünüyorum. AB'nin saygın, güçlü ve bağımsız bir üyesi olmak istiyorsak, dünya pazarlarında rekabet edebilir ulusal sermayeye çok ihtiyacımız olacağı tezine inanan birisiyim. Batı, telekom, GSM, elektrik üretim, elektrik dağıtım ve hatta bankacılık sektöründe, iş yabancıya satışa geldiğinde genellikle ulusal yaklaşımlara öncelik veren bir strateji izliyor. Kimse, Almanya'yı Fransa'yı, İtalya'yı "içe kapanık" olmakla suçlamıyor. New York Times Gazetesi'nde Avrupa'da banka birleşmelerini içeren bir analiz vardı. Analizde Hollanda merkezli ABN Amro ve İspanyol BBVA'nın İtalyan Banca Antonveneta ve Banka Nazioname'yi satın alma girişiminin engellendiği vurgulanıyordu. Ayrıca Alman Deutsche Bank'ın bir Amerikan şirketi olan Citigroup tarafından alınmak istemesine nasıl politik tavır koydukları hatırlatılıyordu. Dün Turkcell Genel Müdürü Muzaffer Akpınar'a şu soru soruldu: Siz Turkcell'in yabancı bir şirket tarafından satın alınmasına nasıl bakıyorsunuz? Akpınar kendi yorumunu elbette dile getirmedi ve görevlerinin şirketin katma değer yaratması ve büyümesine odaklı olduğunu vurguladı. Ama şu hatırlatmayı yaptı: "Yabancı sektöre karşı duygusal bariyerler oluşması sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Örneğin dünyada pek çok sektörde şirket birleşmesi oluyor. Ama telekom ve GSM şirketlerinin pek çoğu zarar etmesine rağmen birleşmeler daha azdır. Çünkü duygusal bariyerler devreye giriyor." Yani benzer engeller her yerde yaşanıyor. Bugün Türkiye'de yaşanan bu tip tartışmaları, modası geçmiş ideolojik yaklaşımlara oturtularak tasnifleyenler yanılıyor. Bir başka olgu: Batı, istikrarlı ekonomik yapılar içinde, kamu şirketlerini hem halka açıp, hem de yönetebilme becerisini gösterirken, iş bizim gibi sermaye yetersizliğinden kıvranan ülkelere geldiğinde hep bir ağızdan "satın" önerisini getiriyor. Aslında bu çelişkiyi besleyen faktör çok basit. Yeterli sermaye birikimine kavuşmuş batı şirketleri, büyümek için, büyüme potansiyeline sahip yeni pazarlara yöneliyor. Bu durum pedal çevirmeden bisikletin üzerinde durulmamasına benzetilebilir. Doymuş pazarlara kilitlenen şirketler zayıflıyor. Güçlü tarafından av haline geliyor. Oyunun kuralı bu. Bunu değiştirmek mümkün değil. Oyunun içinde yer almanın yolu, ulusal şirketlerinizi ve onları besleyen pazarlarınızı yabancılaştırmaktan geçtiğini söyleyebilir misiniz?
Yarın: Türk Telekom yabancılaştırılmadan satılamaz mı?
|