|
|
Ne maçtı ama...
İlk yarı, Mamma Mia... İkinci yarı, Oh My God... Maçın özeti bu... Gördüklerim ise şu...
Medya Grup Başkanımız Kenan Tekdağ, Ergun Babahan, Mehmet Tezkan, Umur Talu ve bir misafirimiz ile birlikte gittik maça... Her dört bilete, sadece bir otopark giriş kartı verildiği için, mecburen bir otomobile doluştuk. Alt alta üst üste konteynere sığışarak Avrupa'ya sıvışan Somalili mülteciler gibi stada ulaştık...
Adam başı 850 Euro verdik, VIP tribününe kurulduk... "Verdik" lafın gelişi... Parayı Turgay Ciner verdi tabii ki... Zaten "yazar" olmanın en güzel tarafı bu... "Hobileri işveren tarafından finanse edilen kişi..."
Binadan çıkmadan sordum, "Patron maça gelecek mi?" Bir toplantısı varmış... E bu kadar adam maça giderse, birilerinin çalışması gerekiyor doğal olarak...
Neyse, maça dönelim... Koltuğa 850 Euro ödedik ama o koltuğa hiç oturmadık. Sürekli ayakta izliyoruz... Arkamda oturan Hagi'nin eşi, beni en az 20 kere azarladı... Rumence bilmiyorum ama, "Otursana, göremiyorum" dediği net şekilde anlaşılıyordu. Sonra baktı ki, benim adam olmaya niyetim yok, o da ayağa kalktı...
İlk yarı bitti, 3-0... Türk "otoriteler" aynı görüşteydi: Milan çok büyük takım. İkinci yarı bitti: 3-3... Türk "otoriteler" aynı görüşteydi: Liverpool çok büyük takım.
İlk yarı "kazanan taraf" olduğu için Milan'ı tutan Türkler'in, ikinci yarı "kazanan taraf" olduğu için Liverpool'u tuttuğunu gören yabancılar, ne kadar "tutarlı" bir millet olduğumuz konusunda hayli fikir sahibi oldular...
11 gol oldu. Hepsi aynı kaleye atıldı. Herkes bunu "tatlı tesadüf" olarak yorumladı. Bence yanlış... Penaltılar için söyleyecek lafım yok... Ama 90 dakika içinde atılan 5 golü etkileyen çok önemli bir faktör vardı: "Rüzgâr..."
Olimpiyat Stadı'nı bilen, bilir... Hep aynı yönden vuran şiddetli rüzgârı kesmek için kurulan ve bu maçta kullanılmayan "rüzgâr panelleri" nerede? Locaların solunda... Goller nereye atıldı? Locaların sağına... Rüzgâr faktörünün gücüne inanmayan, kupa kaldırma törenini bir kez daha izlesin... Bakın bakalım, Liverpool'un üzerine bırakılan konfetiler ne tarafa doğru savruluyor...
Son notum basın tribününden. İngiliz ve İtalyan gazeteciler, geldiler, yerlerine oturdular, önlerine laptop bilgisayarlarını açtılar, maç yazılarını, maç sırasında yazdılar... Son penaltı atıldığı anda da, "send" tuşuna basarak, gönderdiler yazılarını ülkelerine... Türk gazeteciler ise, geldiler, yerlerine oturdular, seyrettiler... Çünkü teknoloji seviyeleri henüz "daktilo" boyutunda olduğu için, önlerinde laptop falan yok... Elalem maç yazılarını çoktan gönderdiğinde, bizimkiler hâlâ, sinyal yoğunluğu nedeniyle sağlıklı çalışmayan cep telefonlarından "makale döktürmeye" çalışıyordu... Yabancılar keyif purolarını yaktığında, bizimkiler telefonun öbür ucundaki sayfa editörlerine dert anlatıyordu: "Duymuyorum, neeee, bağır biraz, bağır..."
|