Uyan padişahım uyan
Kuzey Ren Vestfalya'daki eyalet zaferiyle genel iktidarın ucunu gören Hıristiyan Demokrat lider Angela Merkel düğmeye bastı: - Türkiye 3 Ekim'den önce mutlaka Kıbrıs'ı tanımalı, ayrıca Ermenistan'la sınır kapılarını açmalı. Tuhaf değil mi; hanımefendi hem Türkiye'nin AB üyeliğine kararlı biçimde karşı çıkıyor, hem de bu üyeliğin müzakere tarihi olan 3 Ekim'e şartlar ısmarlıyor. Peki 3 Ekim ne demek oluyor idi? Bana göre hiçbir şey, AB havarilerimize göre çok şey. Onlara sorarsanız biz 17 Aralık'ta 'AB üyeliğimize yönelik hakiki bir müzakere için' tarih almış bulunuyorduk; bunun tartışılacak bir yanı yoktu. Oysa Angela Merkel ve benzerleri 3 Ekim'in hiçbir anlamı olmadığını, Schröder ve arkadaşlarının Türkiye'yi aldattığını söylüyorlardı. Bu demektir Merkel'e göre 3 Ekim Türkiye'ye yönelik gerçek bir taahhüt değildir. Hal böyle iken hanımefendi 'bu tarihten önce şunu şunu yapmalısınız' diyerek neyin şartını koşabiliyor? Bu hafiflik devlet adamlığı ile bağdaşır mı? Merkel bizi mi ahmak yerine koyuyor, yoksa kendisi böylesine bir tutarsızlığı fark edemeyecek kadar Çiller çaplı mı? Doğrusu, bizi yönetenlerin Avrupalıları sürükledikleri şartlanmayı hesaba katmazsak Merkel ve benzerlerinin hafifliklerindeki hikmeti (!) çözemeyiz. Türkiye'nin dış siyaseti üstüne fikir yürütürken ilk iş olarak yöneticilerimizin şimdiye kadar batılılara verdikleri temel izlenimi çok iyi bilmek durumundayız. Bu izlenimin kesin ve keskin tercümesi şöyledir: - Türkiye değil mi, iki iltifat savur, ağzından ekmeğini al! Batı daha Tanzimat'tan beri Türkiye ile her müzakereden böylesine orantısız karlar elde ederek kalkmıştır. Abdülhamit ve Atatürk dönemlerindeki bazı müzakerelerdeki kararlı tutumumuz hariç genellikle şöyle der gibiyizdir: - Biz ülke olarak anlaşmaya mahkumuz, eninde-sonunda size istediğiniz tavizleri vereceğimizden kuşku duymayın. Angela Merkel de bunu iyi bildiği için, kendi kafasına göre hayali bir pazarlık günü olan 3 Ekim'e yönelik şartlar ısmarlarken yadırganmamalıdır. Türkiye, hiçbir şey alması garanti değilken dahi çok şeyler verebilecek kadar cömert davranabildiği için Merkel de kaz gelecek yerden serçeyi bile esirgemekte, hatta üstüne bir de ördek istemeye hazırlanmaktadır. Nasılsa Türkiye'den sonuç değiştirecek bir tepki gelmeyecektir. Aslında Merkel'in bu tavrı hakiki bir iyilik sayılmalıdır. Zira Türkiye'de başka ülke yöneticilerinin söylemlerinden yarının eğilimlerini okuyabilecek kadar devlet etme kültürü kalmışsa gittiğimiz yolun çıkmaz olduğu artık nihayet görülecektir. Merkel 3 Ekim'i hayali bir takvim saydığı halde ona yönelik şart dayatırken aslında bize şunu ilan etmektedir: -Hadi Türkiye, pamuk eller cebe; düne kadar hayali bir AB üyeliği için seni kandırdılar ve boşa yere bir sürü ödeme yaptırdılar. Ben size gerçeği söylüyorum: Bizden satın alabileceğiniz tek şey imtiyazlı üyeliktir. Ben size hakiki bir şey va'dediyorum, sosyal demokratlar gibi AB üyeliği fantezisi ile sizi aldatmıyorum. Kıymetimi bilin. Bu kadar basit mi? Bu kadar basit! Lafın tamamı kime söylenir ki?! Bize gerçek durumumuzu kavratacak tavrı için Merkel'e şahsen minnettarım. Şimdi belli artık; AB'nin derinden derine yaptığı hazırlık, 'imtiyazlı ortaklık' yöntemini bize olabildiğince pahalıya satmaya yöneliktir. Merkel'in tavrı bunun ifşaatı değerindedir: Şimdiye kadar 'tam üyelik' hakkı yolunda hiçbir kazanım elde etmeden sayısız diyet ödeyen Türkiye, yeni işbirliği modeli için de siyasi ve ekonomik bir soygundan geçirilmek istenmektedir. Siyasi ve iktisadi diyetlerden kastım tabii ki ölçütler değildir. Kopenhag ölçütleri arasında esamisi bile okunmayan Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanıma, Ermenistan'la sınırları açma, Alevi ve Kürt vatandaşlara azınlık hakkı tanıma, üyelikten önce Gümrük Birliği'ne girme gibi yarı-resmi şartlar Türkiye'den bedava koparılmış diyetlerdir. Böylece bol keseden taviz almaya alıştıkları için şimdi, elimizin tersiyle itemeyeceğimiz bir 'imtiyazlı ortaklık' modelini, hak ettiğinin bin katı daha pahalı fiyatla Türkiye'ye satabilmenin tezgahını kuruyorlar. Belki de Merkel ve Sarkozy'nin misyonları budur. 'İmtiyazlı ortaklık' numarasını Türkiye'ye ne ölçüde pahalı satabilirlerse kariyerlerini o çapta parlatacaklardır. Uyan padişahım, uyan.
|