Rüşvet
Emekli Büyükelçi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Gündüz Aktan, 19 Mayıs tarihli Radikal gazetesindeki sütununda Pandora'nın kutusunu açan çok önemli bir yazı yazdı. Aktan, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'a yakın bir düşünce kuruluşunun başkanı ile konuşmuş. Adı yazıda belirtilmeyen bu kişi, kendisine Türkiye-AB ilişkilerinde üyeliğe alternatif olarak gayet kapsamlı bir "imtiyazlı ortaklık" çerçevesi sunmuş. Buna göre Türkiye üyelik müzakerelerine paralel olarak, imtiyazlı ortaklık müzakereleri de yapacak. Tam üyelik sürecine kadar verilecek miktarda yardımı, imtiyazlı ortaklık için de alacak. Türkiye, AB standartlarını uygulamayacağı için sağlık, işyeri ve çevre standartlarına büyük kaynak ayırmak zorunda kalmayacak. Böylece özel sektör istihdam yaratmayan, hatta azaltan masraflardan kurtulacak. Kıbrıs ve Ege şart olmaktan çıkacak, zira Kıbrıs Rumları ve Yunanistan'ın veto hakkı olmayacak. Aktan'a aktarılan plan, başka bazı konular yanında bunun nasıl sağlanacağı, yani bu ülkelerin ellerindeki kozu bırakmaya nasıl ikna edileceği konusunu da müphem bırakıyor. Tabii Ermeni soykırımı iddiaları bir anda gündemden düşecek ve Türkiye Kürt meselesinin siyasi çözümü yolunda baskı altında kalmayacak. Fransa kaynaklı bu teklifin en can alıcı noktalarından birisi, asıl rüşveti nerede verdiği. Büyükelçi Aktan'ın aktardığına göre "Türkiye, Avrupa savunma ve güvenliği konusunda oy hakkına sahip olarak Savunma Bakanları Komitesi'ne üye olur". Gene Aktan'ın bu planda görebildiği yegane sorun ise borsanın tepkisinin ne olacağı. Halbuki asıl tehlike, AB entegrasyon sürecinin gerektirdiği hukuk devleti ve demokratikleşme yönündeki reformların akamete uğramasıdır. Fransa'da şekillenen çerçeve gerek Avrupa Komisyonu'nun 6 Ekim tarihli ilerleme raporunda, gerekse 17 Aralık zirvesinin başkanlık sonuçlarında gündeme getirilen bir dileğin yeni formülüdür. Bu belgelerde üyelik gerçekleşmese bile Türkiye'nin "Avrupa yapılarına mümkün olan en sıkı bağlarla çıpalanması" sağlanmalıdır deniyordu.
Biz davul, onlar tokmak Yani Türkiye, Batı sistemi içinde kalacak, AB'nin çıkarlarına aykırı düşmeyen bir güvenlik ve dış politikası benimseyecektir. Ancak, ordusunun gücü nedeniyle eşit ortak sayılacağı savunma konuları dışında AB karar mekanizmalarında yer almayacaktır. Türkiye geleceğin dünyasının güçlü bir oyuncusunun eşit ortağı olarak karar mekanizmalarına, dünyanın şekillenmesine katkıda bulunma hakkından mahrum kalacaktır. Bir başka deyişle AB-Türkiye ilişkilerinde davul Türkiye'de, tokmak AB'nin elinde olacaktır. Avrupa kimliğine yeni boyut ekleme, uygarlıklar arasındaki uzlaşmayı sağlama, AB'nin gelecekteki itici gücü olma iddiasındaki bir ülke, bu tür bir ilişkiyi kabul edemez. Teklif edilen Türkiye'nin AB'nin uç beyi olması ve diğer tüm iddialarından vazgeçmesidir. Bu rüşvet karşılığında feda edilecek olan ise Türkiye'de çalışanların haklarının boşlanması, havanın ve suyun temizliği, siyasetin liberalleşmesi, vatandaşlar için hukukun üstünlüğünün sağlanması ve demokratikleşme yönündeki dönüşümdür. Böylesi bir statünün kabulü, Bahadır Kaleağası'nın deyimiyle "Türkiye'yi 2. sınıf bir şark ülkesi olarak görenlerin provokasyonlarına ve tuzaklarına düşme" gafletini göstermek olur. Türkiye, AB karar mekanizmalarının tümünde eşit olarak yer almayacağı herhangi bir öneriyi ciddiye almamalıdır.
|