| |
"İç görü" ve Ernest Hirş
Hirsch, Nazi Almanyası'ndan kaçıp Türkiye'ye gelmiş, önce İstanbul Hukuk'ta, sonra da Ankara Hukuk'ta büyük akademik hizmetlerde bulunmuş ünlü Ticaret hukuku hocasıdır. Kendisine TC vatandaşlığı verilirken hüviyetine ismi Ernest Hirş olarak yazılmıştır. Gerçi, Tahliye ile Beraat'in birbirine karıştırıldığı, mübaşirin yargıç muavini sanıldığı, Zanlı'nın Hükümlü muamelesi gördüğü bir ülkede, Hirsch gibi birinden söz etmek belki biraz kaçıklığa girecek ama ne yapalım. Bizdeki en yaygın saplantı, elde ettiğimiz veya edemediğimiz her türlü imkan, kariyer, güç, varlık, hatta yeteneği kendimize kolayca hak görmemiz. Her türlü ticari ahlaksızlığı yapmış adam, Boğaz'daki yalıyı kendine hak görür. Hatta karısı da öyle düşünür. Halbuki, "hak ettiğini" düşünmek veya hak etmediğine inanmak bir "iç görü" meselesi. İç görü, kişinin kendi vicdanında, kendi tomografisini çekebilmek yürekliliğidir. Türkler, "dış görü" ve "gen görü" ustasıdırlar. Çünkü başkalarını yargılamak, genelde atıp tutmak kolaydır... Mesele Prof. Dr. Ernest Hirsch kadar derin bir "iç görü" ye sahip olabilmekte... Genç hukukçu Hirsch, Almanya'da doçentlik sınavına hazırlanmıştır. Büyük bir jürinin önüne çıkar. Jüri üyeleri birbirinden ağır sorular yöneltirler. Hepsini cevaplandırır. En son jüri üyesi, Hirsch'e, İsviçre ticaret hukuku ile ilgili kazık bir soru yöneltir. Hirsch çuvallar fakat kem küm de etmez, İsviçre hukukunu çalışmadığını söyler. Soruyu soran jüri üyesi düşüncesini şöyle açıklar: Ben sizin bir Alman hukukçusu değil, bir hukukçu olacağınızı düşünmekteyim. Hirsch mahçup olur, doçentliği kazanamayacağını düşünür. Fakat jüri doçentlik unvanını kendisine vermekten kaçınmaz. Hirsch, yıllar sonra bu olayı şöyle analiz eder "O sınavdan sonra bana doçentliğin verilmesi adildi ama hakkım değildi." Peki ne demek, adildi ama hak değildi, demek. Benim fikrim şu: Adalet, kollektif, göreli bir kavram. Hak ise "kişisel" bir kavram. Olumlu bir yükselişi veya olumsuz bir davranışı hak etmişsinizdir veya etmemişsinizdir. Bu, içinde bulunulan özel şartlarla ilgilidir. Ama, size adil davranılıp davranılmadığı, başkalarına nasıl davranıldığı ile bağıntılıdır. O jüri, Hirsch kadar bilgiye sahip başka adaylara doçentlik verirken, Hirsch'e de vermişse bu adil bir davranıştır. Hirsch'in bunu haketmediğini düşünmesi ise bir "iç görü" meselesidir. Sözlüden kaçıp sinemaya gitmiş bir grup öğrencinin hepsine birden "sıfır" not verilmesi adil bir davranıştır. Hem kendi içinde adildir hem de bu kural her zaman herkese uygulanıyorsa adildir. Ama öğrenciler böyle bir cezayı hak etmemiş olabilirler. Mesela, Türkiye'nin AB'ye alınması meselesi. Türkiye böyle bir ortaklığı hak etmemiş veya çoktan hak etmiş olabilir. Bu tartışılır. Fakat Çekler, Lehler veya Yunanlılar AB'ye alınmışsa, Türkiye'nin alınmaması adil olmayacaktır. Bizim, kendi sürecimizi derin bir "iç görü" ile dürüstçe tartışmamız başka şey, AB'den adil olmasını beklemek başka şeydir. Bu "iç görü" kavramı çok fazla konuşulmaya değer bir kavram.
|