"Ondan bir şey olmaz..."
Merkez sol ve sağ siyasette son dönemde nükseden bir hastalık var. Kim bir makama veya konuma gelmeye kalksa, sakız edilen şu cümle ağızda çiğneniyor: "Ondan bir şey olmaz..." Diyelim ki, "A" partisinin kongresinde yönetimine yeni bir isim girdi; hemen mekanizma çalışıyor: "O kim ki; bir de partiyi yönetecekmiş... Ondan ne olur ki!..." Bu sadece yönetime giren herhangi bir kişi için geçerli olmuyor. Bir partide muhalefet hareketini başlatan için de partinin başına geçen herhangi bir kişi için de aynı düşünce çarkı çalışıyor. Daha koltuğuna oturmasının üzerinden fazla bir zaman geçmeden, yafta Genel Başkan'ın boynuna da asılıyor: "Yok canım, ben biliyordum zaten; o da bir şey yapamayacak... Zaten ne anlar siyasetten?.." O kişinin koltuğuna daha yeni oturduğu anımsatıldığında da durum değişmiyor. Dikkat çekici olan ise; o kişinin yapamayacağını iddia ettiği "bir şeyin", ne olması gerektiği konusunda fikir sahibi olmaması... Ancak, kalıplaşmış cümleyi tekrarda mahsur görmüyor: "Ondan bir şey olmaz..."
Merkezin gücü Acı yanı da bu sözün daha çok merkez siyasi partilerin içinden geliyor olmasında. Bu CHP ve ANAP'ta genetik yapıları gereği, başkaldırı, bireysel çıkışlarla gerçekleşirken, DYP ve MHP'de daha içten kulaktan kulağa bir muhalefetle ortaya çıkıyor. Bir siyasi partinin yönetimine gelenler hakkında, bizzat parti içinde bu cümle seslendirilmeye başladığında, alttan gelenlerde de ister istemez bir korku baş gösteriyor. Siyasete hevesli olanlarda şu kaygı hâkim oluyor: "Eğer o kişi için 'ondan bir şey olmaz' deniliyorsa, benden hiç olmaz..." Sonuçta merkez siyasete yeni isimlerin katılmasının önüne set çekiliyor. Siyasette merkez bu şekilde güç kaybına uğrayınca, eli mahkum çevre merkezlerin hakimiyeti altına girmeye mahkum oluyor. Etkinliğini yitiren merkez, bu kez çevre-uydu merkezlerin hakimiyeti etrafında dönmeye başlıyor. Yakın geçmişte, merkez siyasetin girdiği etkileşim alanlarına bakıldığında bu daha iyi anlaşılıyor.
İkbal merkezi Merkez siyasetteki gelişmeler bununla da kalmıyor. Partinin iktidara yürüyüp yürümediğine bakılmaksızın, mevki, makam, ikbal merkezi haline çevriliyor. Bir süre sonra da partinin asıl kaynağı halkla bağı kopuyor. Bütün bunlara rağmen, parti içinde belirli bir makama gelme mücadelesi devam ediyor. DYP'nin hafta sonu yapılan kongresinde dört milletvekilinin istifasında da benzer bir durum görülüyor. Değişik gerekçeler ortaya sürmüş olsalar da sonuçta 4 milletvekilinin, partinin en üst yönetim organı olan Genel İdare Kurulu (GİK) listesine giremedikleri için DYP'den istifa ettikleri gerçeği gün gibi ortada duruyor. Peki, partilerin GİK, Merkez Karar Yönetim, Parti Meclisi gibi isimlerle anılan en üst yönetim birimine girmek, bir sonraki seçimde milletvekilliğini garantilemek anlamına geliyor mu? Hemen söyleyelim; hayır... DYP'nin yakın tarihi incelendiğinde bu daha net görülüyor. Örnek vermek gerekirse; AKP'den milletvekili seçilip gelen TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger... Dülger, daha önce saflarında siyasi çalışmasını sürdürdüğü DYP'de 30 yıla yakın süre GİK üyeliği yaptı. Hem de her kongrede en yüksek oyu alarak GİK'e girdi. Ancak, Demirel'den Çiller'e uzanan Genel Başkanların biri dahi Dülger'i milletvekili adayı yapmadı. Hayri Kozakçıoğlu, Çiller döneminde GİK üyeliğinin yanı sıra Genel Başkan Yardımcılığı görevini de yürütüyordu. Ancak 3 Kasım seçimlerinde Kozakçıoğlu adı milletvekili aday listesinde yoktu. GİK üyesi olmamasına rağmen, birçok kişi de milletvekili aday listesinde yer aldı. Bu örnekleri başka partilerden de vermek olası... Sonuçta merkez kendi kendini tüketiyor..
|