| |
İşin sırrı nerede?
Ne kadar sıkıcı bir seçim kampanyasıydı yarabbi... Ne kadrolaşma kavgası vardı, ne kamusal alan ve türban.. Ne Anayasa Mahkemesi-Meclis başkanları atışması, cumhurbaşkanı polemiği... Ne meydanlarda "Satılık böbrek" pankartı açanlar, "Açım, aş-iş istiyorum" diye bağıranlar... Ne de "Yok öyle 25 kuruşa simit" paylamaları... Tekdüze, heyecansız kampanya öyle esnetti ki İngilizler'i, seçim günü pub'a gidenlerin sayısı, yurttaşlık görevini yerine getirenlere yaklaştı. Çünkü galibi oy verme gününden haftalar önce belli bir seçimdi bu. Başbakan Blair liderliğindeki İşçi Partisi'nin üst üste üçüncü dönem iktidarını engelleyebilecek tek konu Irak savaşıydı. Muhafazakâr Parti lideri Michael Howard'ın "dürüst siyaset" adına "İktidarda ben de olsam aynı kararı alırdım" itirafıyla Blair'i "Başkan Bush'un kaniş köpeği"ne benzetenlerin bu silahı da düştü.
Blair'in unutmadığı ders Şimdi Avrupa basınında, kendi ülkelerinin siyasetçilerine ve partilerine "Blair'in başarı öyküsünden ders alın" mesajlarıyla dolu yorumlar yapılıyor sayfalar dolusu. Bizim öyle bir niyetimiz yok ama siyasi liderlerimizin ve de kurmaylarının -hangi tarihte yapılacaksa- gelecek seçimlerde işlerine yarayabileceği umuduyla Blair zaferinin gerçek, hatta tek nedenini özetleyelim. Hemen tüm yorumlarda bir cümle hatırlatılıyor: "Aptal, işin sırrı ekonomide!" ABD eski Başkanı Bill Clinton'un 1992'deki ilk seçim kampanyasının danışmanı James Carvill'in ünlü cümlesi bu. Blair'in 1994'te John Smith'in ölümü üstüne İşçi Partisi'nin başına geçmesinin ardından "Seçim kazanma stratejisinin sırları"nı öğrenmesi için Washington'a gönderdiği danışmanı Alastair Campbell'e söylemişti. Blair, bu dersi asla unutmadı. "Demir Lady" Margaret Thatcher'ın liberal devriminin getirdiği yoksulluktan bezmiş olan İngilizler de, 1997'de 18 yıl aradan sonra İşçi Partisi'ni iktidara getirdi. Blair ve Maliye Bakanlığı'nı teslim ettiği Gordon Brown önlerinde şöyle bir tablo buldular: Milyonlarca niteliksiz işçi onlardan iş bekliyordu. Sosyal harcamalardaki müthiş kesintiler nedeniyle toplumda ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmıştı. Yoksul ailelerin 4.3 milyon çocuğu kaderlerine terk edilmişlerdi.
Sağlıklı ve meslekli kuşak Üç ayak üstünde yükselen bir politika geliştirdiler: Eğitim, sağlık, çocuklara ve yaşlılara destek. Büyük maaş artışlarıyla öğretmenlik cazip meslek haline getirilerek eğitim kalitesi yükseltildi. Bu da okullardan nitelikli işgücü yetişmesini sağladı. Ve istihdam pazarının parametreleri temelden değişti. Sağlık sisteminde reformla hastanelerde muayene ile tedavi arasındaki süre yarıya indirildi. Önümüzdeki dönemde bu yarının da yarıya çekilmesi amaçlanıyor. Yoksul aileler için çocukların eğitimine destek ve anne-babaya iş programları uygulandı. Emeklilere kişisel gelirlerine endekslenmiş maaş artışı yapıldı. Sonuç? Blair iktidarının başında 4.3 milyon olan yoksul aile çocuğu bugün 1.5 milyon daha az. Yoksul emekli oranı da yüzde 28'den yüzde 15'lere geriledi. Buna işsizlik oranının Avrupa'nın en düşük düzeyine indirilmesini, genç işgücünde talebin arzı aşmasını ve yine AB ortalamasının iki katı büyüme hızını ekleyin... Blair'in seçimi kazanmaması ihtimali olabilir miydi? İşin sırrı gerçekten ekonomide. Ah, unutmadan ve de yorumsuz ekleyelim: Seçimi yitiren Muhafazakâr Parti lideri Michael Howard, "Oy oranımızı ve sandalye sayımızı artırdık" bahanesine sığınmadan, partinin başından ayrılacağını açıkladı.
|