|
 |
|
 |
Toranaga, Mitsubishi, Hattori Hanzo, Hai, Shogun...
Dün gece çok düşündüm ama Japonca bildiğim başka bir kelime yok, Japonca kursuna gitmek de çok zaman alır. En iyisi olayı gülümseyerek kurtarayım... Günlerdir yaşantım akmıyor. Ne kadar sıkıldığımı biliyorsunuz. Hatta sanırım çaktırmadan biraz depresyona bile girdim. Evet suşi yemeliyim!...
Kenan Doğulu'nun dediği gibi; 'akmayan şu hayatıma' tam alışıyordum ki, gece gece nereden düştüyse aklıma suşi düştü. Sanki aşeriyor gibiyim... Kozyatağı'nda da hiç nöbetçi suşi dükkanı yok ki; şöyle gitsem, "Hai" desem arkasından eklesem, "Bana iki sushi yapayimasu?" Gidip düzgün bir yerde yemek lazım. Ancak rejim popülerliğimin gönül rahatlığı içinde bu ayini gerçekleştirmeme engel olurdu. En güzeli 4. Murat gibi 'Tebdil-i kıyafet' yapıla! Tabii yapıla da, Kimono nereden buluna?.. Ama zaten gözüm bir kere dönmüş. Tüm gizli gazetecilik bağlantılarımı zorlayıp, Kimono'nun yazlık versiyonu olan Yukata buldum bir tane. 98 yılında Rotary'nin değişim programı ile Japonya'da bir yıl kalmış olan arkadaşım Elif, hızır gibi yetişti. Tabii benim vakamda iş, Japon kıyafeti bulmakla olmuyor. Bu kıyafetin içine bir de sığabilmek lazım. Şansım yaver gitti ve yazlık kimono olan bu Yukata'nın içine sığabildim. İnternetten bir geyşa fotoğrafı bulup saçlarımı ve makyajımı hallettikten sonra hangi Japon lokantasına gideceğime de karar verdim. Swissotel'deki Miyako... Orası hem gözlerden uzak hem de süper suşi yapıyor. Buraya kadar planım, neredeyse bir banka soyma planı kadar kusursuz görünüyordu. Eylem sabahı soluğu kuaförde aldım. Tepemdeki ve yanlardaki yuvarlakları birer iri bigudi ile hallettik. Ancak tepemdeki büyük bölüm için iki bigudiyi bir arada tutturmak gerekiyordu, ki en zoru bu kısımdı... Ardından makyajım yapıldı. Hazırdım... Ancak atladığım bir şey vardı; saat öğlen 12:00 idi ve hava güneşliydi. Ulus'tan Dolmabahçe'ye gelene kadar yoldaki tüm sürücüleri kasıkları patlayana kadar güldürdüm. Ben ise ağlamaklıydım. Eğer öğlen yerine akşama yapsaydım mükemmel bir organizasyon olacaktı 'Altın Sushi Planı'... Ama asıl sürpriz Swissotel'in kapısında idi. O gün bir forum vardı ve kapıdaki herkes Çek Cumhurbaşkanı'nı bekliyordu. Düşünün mülki erkan, askeri heyetler, bolca koruma, sivil polis ve otele giren geyşa makyajlı, geyşa kıyafetli şişman bir kadın.... Gülmemek için kendimi ne kadar zor tuttuğumu anlatamam. Ancak tüm bu saydığım isimler de küçük çapta bir gülme krizine kapılmamak için bir o yana bir bu yana kafalarını çeviriyorlardı. Miyako'ya sağ salim indiğimde her şey yoluna girmişti. Japon Şef Toshiaki Obigane beni görür görmez biraz güldü. Kendimi 'dünya kültürlerine aşık, Japon kültürünü bire bir yaşayarak öğrenmeye çalışan zavallı bir ruh' olarak tanıttım. Pek inanmış gibi görünmedi ama tüm ciddiyeti ile suşilerimi hazırladı. Özel salon olan 'Tatami odası'nda servis yaptı. Yere oturduk. Tam suşileri yiyeceğim, Toshiaki Usta bir şeyler anlatıyor. Dinlemeye çalışıyorum ama sanki tonlu suşi 'Maguro' bana göz kırpıyor. Gözlerimi kaçırırken de somonlu suşi ile göz göze geliyoruz. İnsan böyle heyecanlanınca daha da keyif alıyormuş suşiden. Dört parça yedim. Ama yavaş yavaş, wasabi'mi soya sosuna karıştıra karıştıra yedim... Ne kadar rahatladım anlatamam...
RAHŞAN GÜLŞAN
|
|
|
|
|
 |
|
 |
|