Dün, dündü!
Dün, "Dünya Basın Özgürlüğü Günü" idi... Müjde! Bugün değil. O yüzden, top yuvarlak, her şey olabilir.
Bakın, "dün" neler oldu. Bankasını yüksek bedelle başarıyla satarak "bankasız medya" haline gelen Doğan Grubu'ndan sonra, Sabah da, geçmişteki "batık banka" yükünden ve o yükün gölgesinden yüksek bir bedelle başarıyla özgürleşti. Bunlar, "herhangi bir iktidar gölgesi" nden ve muhtemel menzilinden uzaklaşmak yolunda önemli gelişmeler. Fakat başka şeyler de oldu. "Dün" bile.
AKP temsilcileri, yeni Ceza Kanunu'nun basına koyduğu hapis cezalarını, basın önünde şevkle savundular. "Karikatür davaları" popülerleşen (halka mal olan) ve evrenselleşen (dünyaya mal olan) Başbakan'ın, "Evrensel" gazetesine açtığı davanın duruşması yapıldı. Sebep neydi, biliyor musunuz? Muhtemelen, çok fazla "haber" olmadığı için bilmiyorsunuz. Sebep, SEKA işçilerinin Başbakan ve hükümet aleyhinde attıkları, yazdıkları sloganları gazetenin de "haber" yapmasıydı. Yani, "olan biten olay" ın, adı üstünde "haber" i dava konusu olmuştu. Başbakan 15 milyar eski, 15 bin yeni TL istiyordu. Biliyor musunuz bilmem; büyük medyada pek önemli olmayacak bu rakam, zar zor ayakta duran küçük bir gazete için büyük, çok büyüktü. Biliyor musunuz bilmem; yeni Ceza Kanunu'nun hapis cezaları olmasa dahi, küçük bir gazete yahut mütevazı bir gazeteci, bu parayı ödemediğinde, yine mapusane yoluna koyuluyordu.
Bunlar, özgürlüklerin önüne çıktığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne yüklenen "özgürlükçü" iktidar mensuplarının "Dünya Basın Özgürlüğü Günü" kutlamalarından bir demetti. Buna karşılık, iktidarın, Meclis'teki çoğunluğuna dayanarak kafasına göre takılmasını "özgürlükçü rejim" e de aykırı bulanların durduğu zaviyede... Genelkurmay, bir internet sitesindeki yazısından ötürü gazeteci Rahmi Yıldırım hakkında, altı aydan 3 yıla kadar hapisle sonuçlanabilecek "tahkir ve tezyif" davası açılması için suç duyurusunda bulundu. Adalet Bakanlığı eliyle. Yazıda, "Paşalar, bir tarihten beri sermaye düzeninin koruyucusudur" deniyordu. Aslında, Cumhuriyet ilkeleri uyarınca ülkede artık "Paşa" olması imkansızdı, öyle bir rütbe yoktu ama... Zaten, yazının çıktığı yerin adı da "Sansürsüz.com" du; adı öyle diye sansür olmayacak mıydı! Birilerini, ne bileyim iktidarları, mesela medyayı, "sermaye düzeninin koruyucusu" olarak nitelemek de hakaret sayılabilir miydi, bilmiyorum. Bunun "hakaret" sayılması için, hakarete, tahkir ve tezyife maruz kaldığını söyleyen herhangi bir merciin savunması, "Hayır, sermaye düzeninin koruyucusu değiliz" diye mi olmalıydı, bilmiyorum. Hakaret bizzat "sermaye düzeni" kavramında mı yoksa "koruyucu" nitelemesinde mi aranırdı, bilmiyorum. Ama, "dün" bir de bu vardı.
"Dün" bir de şu olmuştu: İktidarın yahut başka mercilerin "basın özgürlüğü" ne darbelerinden son derece şikayetçi olan büyük medyada, bu özgürlüğü "Türkiye'nin tüm acıları ve tüm renkleri" nin yansıtılması için her zaman iyi kullanmayan bu ortamda, "kötü ama pek açık edilmeyen olayların iyi muhabiri" olarak tanıdığım Ahmet Şık da Radikal gazetesinden kovulmuştu... Çünkü, kendine göre bir maddi hakkını aramaya kalkışmış, bu kadarı fazla "radikal" bulunmuş, daha dava sürerken, kimin kazanacağı, kimin kaybedeceği belli olmadan, ona işi kaybettirilmişti. Dün, üstelik Dünya Basın Özgürlüğü günü idi. Herkese müjde! Bugün değil.
|