Önyargılı Kararlar
Valery Gistard d'Estaing'in bildiği Türkiye, hala Bizans, Osmanlı ve Atatürk döneminde kalmış
Valery Giscard d'Estaing Fransa'nın, hatta bu kıtanın Avrupa konusunda konuşmak için en hak sahibi olan isimlerinden biri. O büyük sorumluluğun yani Avrupa Anayasası'nın sorumluluğunun teslim edildiği kişi. Tarihi bir misyonu var. Ruhani bir temele oturmasını hayal ettiği bir projenin önemli bir taşı. Bu projenin temeli Kopenhag kriterlerinden ibaret değil. Bu temel "Hıristiyanlık". Avrupa'da hele hele yüzde 30'u ateist olan Fransa'da elbette Hıristiyanlık dininin yaşandığını ve pratik edildiğini söylemek zor. Valery Giscard d'Estaing de bundan bahsetmiyor zaten. Bu dinin eski kıtanın kimliğini oluştururken oynadığı rolden ve kemiklerine kadar sinmiş kültürel yapıdan bahsediyor. Onun Avrupa projesinde, Türkler'e verilen yer sınırlı. Kurumların içinde değil, ama kenarında onunla işbirliği içinde, komşuluk ilişkileri sürdüren ve onun ekonomik yapısında yer alan bir Türkiye'den bahsediyor. Bugün hala Fransa'da Mitterand'ın bu ülkeyi alt üst ettiğine inanan, Chirac'tan hoşlanmayan, sağın yeni lideri Sarkozy'e büyük adam gözüyle bakmasa da iyi bir politikacı diye destekleyen sağ seçmen için o söylediği önemle izlenen biri. Ukala, asil, soğuk hatta kibirli diye tanınıyor. Ancak kendinden emin bütün insanlarla olduğu gibi iletişimi son derece kolay, söylendiği gibi de insanlara tepeden bakan değil tersine onları anlamaya çalışan ve haklı çıkışlar gördüğünde üzerinde düşünen, saygılı bir devlet adamı. En önemlisi de belki hisli, düşünen bir adam. Günümüzde düşüncenin zamana yetişememesi ona rahatsızlık veriyor. Tehlikeli buluyor bunu, çünkü olayların hakim olamayacak süratte ilerlediği kanaatinde.
TÜRKLER ONU TANIMALI Türkler'in haklı olarak en kızdığı isim belki Giscard d'Estaing. Ama o Türkler'i tanımadığına göre; Türkler'in onu tanımasında fayda var. O ne de olsa bu ülkenin bir yüzü. Tek yüzü olmasa da onunla konuşurken biraz Fransa'yla, hatta biraz da belki Avrupa'yla konuştuğunuz muhakkak. Çaprazdan hızlıca bakıp, hızlıca fikir sahibi olmak isterseniz birkaç satır bilgi: Hatıralarını yazdığı bir kitabında Madame Louise'den yaptığı alıntıda acının geçtiğini ama çekilen acının geçmediğini söylüyor. Kadınlarda aradığı en mühim özellik hassasiyet, erkeklerde cesaret. Mutluluğun tarifine gelince; aşkta ahenk, ahenkte aşk... Valery Giscard D'Estaing'e Noel öncesi Saint Germaine des pres'te, bir İngiliz Mağazası, Joseph'in önünde otomobiline çoktan bindiği bir anda rastladım. Otomobilinin kapısını çalıp istediğim röportaj teklifini kabul etti ve 45 dakika süren bir görüşme yaptık. Önce "Avrupa nedir, nasıl bir şeydir, Avrupalılar geleceklerini onun içinde ne kadar görüyor" diye tartıştık sonra bu hayali yapıda Türkiye'nin yerini. Klasik bir röportajdan farklı olarak karşılıklı birbirimizi anlamaya çalıştığımız bir konuşma oldu. Bir bölümü geçtiğimiz cuma günü Sabah'ta yayınlanan bu röportajin tamamı ntv'nin internet sitesi ntvmsnbc'de yarın bir kez daha yayınlanacak.
HAYAL EDİLEN AVRUPA Denilebilir ki Valery Giscard d'Estaing'in bahsettiği ve hayal ettiği Avrupa'yı Türkler anlamış ve hissetmiş değiller. Ama o da üzerine bu kadar yıldır konuştuğu Türkiye'yi bilmiyor. Tam da söylediği gibi zamanın belki de olayların en çok gerisinde kaldığının birebir her gün yeniden teyid edildiği bir yer olduğunu hiç bilmiyor. Tanıdığı Türkiye Bizans, Osmanlı ve Atatürk'ün temellerini attığı 1923'lü yılların Cumhuriyet'i. Tabii ki karşınızdaki kişi yaşı ilerlemiş ve bugünü bir parça, biraz daha başka bir yerde yaşayan biri. Üstelik bahsettiği Avrupa'da korumaya çalıştığı, her neyse onun orada kimsenin umurunda olmadığı da açık! En azından Fransa'da. Türkiye'ye hiç gitmemiş, bunu bir eksiklik olarak görmediği anlaşılıyor. "Kitaplardan takip ettim, üzerine çok okudum" diyor, "ama ülkeler de insanlar gibidir, ben de sizi tanımadan önce hakkınızda çok şey duyup okumuştum, ama izlenimlerim tamamen değişti" deyince gülümsüyor. Giscard inanıyor ki; başkentlerini zamanında Avrupa'dan Anadolu'ya taşıyan Türkler'in kendilerine "Cumhurbaşkanınız bir gün Avrupalı olacak. Başkentiniz Brüksel'de olacak. Kültürünüz ve kimliğiniz değişime uğrayacak, farklılaşacak" denirse bu işten vazgeçecekler. Türkler'in tıpkı kendisinin önerdiği gibi bir ekonomik yapı içinde var olmak istediklerini, zaten Avrupa'yı da bir kurtuluş olarak gördüklerini düşünüyor. Belki bu konuda bir parça haklı. Türkiye'de henüz kendisini Avrupa içinde gören; bunu bir yaşam biçimi diye algılayan ve onun geleceğini tasarlayan insanlar yok. Ama esasen Fransa'da da yok. Bir fark var burada Türkiye'den farklı olarak bu konu tartışma halinde. Ancak "sonu" tıpkı "Türkiye'nin müzakerelerinin sonu gibi": "Ucu açık bir Avrupa vizyonu" hakim. "Türkler de bu yapının içinde yer aldıklarında belki "onu" yani Avrupa'yı biraz daha kendilerinden bir şey olarak göreceklerdir, şimdi doğrusu bunu düşünmeleri zor" dediğimizde de çok ikna olmuyor. Din ve ırk savaşlarının en vahimlerinin yaşandığı, bunların en dehşetinin 60. yılının idrak edildiği bir kıtada; 36 yaşındaki birinin 79 yaşındaki birine hatırlatma yapması belki caiz değil. Ama yine de hisli olduğu muhakkak olan onun gibi birinin anlayışlı olacağı da muhakkak. Onun hayal ettiği Avrupa, Türkler yüzünden o ruha kavuşamayacak değil. Belki Türkler'le tam da başka bir kültürden oldukları için kavuşacaktır. İçinde aşk olan bir ahenk ancak ahenk içinde aşk varsa mümkündür.
|