|
|
|
|
|
Hem para kazanıyor hem kültür satıyorlar
|
|
Dünyanın altıncı büyük şarap üreticisi olan Almanlar, bu zor bağlarda gururla tekrar "tarım ülkesi" sıfatını keşfediyor. Bu kez de şarapları ile kültür satıyorlar. Üstelik ürünleri de çok iyi.
Son 10 yıldır, giderek artan bir dozajda uluslararası otoritelerin paylaştıkları, dile getirdikleri bir gerçek var. "Alman Şarapçılığı" bir "doğuş" yaşıyor. Belki de buna bir "yeniden doğuş" demek daha da doğru. Neden mi? Çünkü Alman şaraplarının Eski Kıta'nın Şarap Kültürü'nde zaten bir yeri olmuştu da ondan. Yani yoktan var olmuş değiller. Şimdi belki yüzeysel bir değerlendirme çoğu insanı şuraya götürebilir. Canım, efendim; Almanya ölçeğinde endüstri ve teknoloji üretim ve ihracatı yapan bir ülkenin uluslararası pazara sattığı şaraptan ne çıkar? Satsalar ne olur, satmasalar! Oysa işin ucu öyle değil! Bakın şu resmi ayrıştırarak en baştan okuyalım.
SAKIN KÜÇÜMSEMEYİN Bir kere Avrupa Topluluğu içinde nerede ise son sözü söyleyebilecek ağırlıkta önemi olan bu eski müttefikimizi iyi tanımamız çok önemlidir. Alman toplumu insanlığın kültür tarihine ismini defalarca yazdırmış önemli "evlatlara" sahiptir. Bugünkü Batı kültürünün geçmişindeki bütün alanlarda Almanlar her daim önlerde yer aldılar. Müzikten edebiyata, felsefeden resme, mimarlıktan arkeolojiye. İkincisi bugün Batı aristokrasisinin, kraliyet ailelerinin çoğu bir şekilde "Alman akrabalarına" bağlanır. Avrupa'nın en önemli aristokrasi geleneklerinden birine sahip bu toplumda oluşmuş iklimin kültürün günlük hayata da yansıyan unsurlarına hamilik etmemesi düşünülemezdi. Velhasıl sakın ha Almanlar'ın hayatını Oktober Fest'den ibaret, kısa deri pantalonlar giyen, tüylü fötr şapkalarla sosis yiyip bira içen insanlardan ibaret sanmayın. Çünkü bu yüzeysel resme bakıp sonuç çıkarmak bir hata olur. Şimdi dönelim Alman şarapçılığına... Bugün zeytinyağ ve şarap küresel ölçekte yükselen değerler mi? Evet. Peki bunları layıkıyla imal edip, küresel pazara "Bakın ben bu işte buraya kadar kadirim" demek size para kazandırır mı? Ona da evet. Ama ondan mı ibaret, başka ne kazandırır? Hadi açık açık konuşalım.
RIESLING YENİDEN DOĞDU Bu ürünlerde "şampiyonlar liginde" oynayabilecek seviyede olanların sahip oldukları prestij inanılmazdır. Elinizde uluslararası otoritelerden 100 üzerinden 95'in üzerinde not almış beş tane şarabınız varsa, bunun size yiyecek içecekle uzak yakın ilişkisi olan her kişide kazandıracağı kredibilite Galatasaray'ımızın UEFA Kupası'na eşdeğerdir. Bilmem şimdi daha iyi anlaşılıyor mu klasik müttefikimizin, Riesling ve Eiswein'larının değeri? Peki Almanlar nasıl olup da bu yeniden doğuşu becerdiler? Bu yeniden doğuş elbette bağlarda başladı. Yakın zamana dek hektar başına 150 hektolitre ürün aldıkları bağlardan daha kaliteli şarap üretmek için 75 hektolitrenin bile altına rıza gösteren şarap üreticileri, Fransa'daki örnekler gibi daha kaliteli asma-kütüklerine yöneldiler. Tescilli şarapları öne çıkardılar. Yani "appellation controlle". Kimin hangi bölgede, hangi bağ ve üzümden, ne kadar mahsül aldığını kontrol ve takibe başladılar. Terroir denilen "toprağın" önemini keşfettiler. Özellikle Ren ve Mosel nehirlerinin kıyı boylarında, yamaçlara yerleşen bağlardaki görüntü şiirsel olabilir. Ama bu bağlar aynı zamanda fevkalade meşakkatlidir... Dünyanın altıncı büyük şarap üreticisi olan Almanlar bu zor bağlarda gururla tekrar "tarım ülkesi" sıfatını keşfediyor. Artı değeri en yüksek ürünlerden biri ile. Alman Riesling'lerinin uluslararası otoriteler olağanüstü 2001 mahsülünden sonra, sıradışı 2002 mahsülünü anlatıyor. Bu tabii öyle bir alan ki, siz her şeyi yapıyor, oyunu kurallarına göre eksiksiz oynuyor olabilirsiniz. Ama son sözü "doğa" söylüyor. 2001'in şarap tarihine şarap tarihine geçen mahsül, tam 30 yıl sonra en heyecan verici Riesling. Son bir söz daha: Sakın bunların tümünü sadece jet sosyetenin içebileceği şaraplar sanmayın. Evet en önde gelenler artık çok pahalı. Ama meraklıların çok kaliteli ve mazbut Riesling'lere ulaşması hiç de güç değil.
|
|
|
|
|
|
|
|
|