Ya yetiştirmeseydi!
Bir şerden hayır çıkar belki. Belki, futbolun popülerliği, futbol üstüne muhabbetin oradan oraya kapıdan bacaya yaygınlığı bir hissiyatın da çoğalmasına vesile olur. Belki, yetişkinler, belki çocuk yetiştirenler, "bir insanın kökeni, konumu, sınıfı, statüsü, engeli, fiziği, aklı, alışkanlıkları, cinsiyeti, cinselliği, hali vakti, kimliği" yüzünden aşağılanmasını... Hiç kimseye zararı olmayanların bir "zararlı" gibi muamele görmesini, bir böcek gibi küçük görülmesini... Bunun gayri insaniliğini daha çok idrak eder, daha fazla idrak ettirmeye çabalar. Belki Rıza Çalımbay vesilesiyle, o hor gören, küçümseyen, ittiren kaktıran ve en masum alaylardan en yıkıcı tiksinmelere kadar, insan olmayan hallerimizle hesaplaşırız. Belki, aşağı görmenin alçak basıncından, alçakgönüllülüğün yüksek sıcaklığına kayar kimimiz. Ne bileyim, insandır; belki anlar, belki düşünür, belki değişir. Özellikle, kuşaklar yenilendikçe artan, kayıtsız ama hoyrat, servet ve tüketime ve makama endekslenmiş mağrur ve küstah küçümseme furyasının içine belki bir bomba düşer!
Bir pankartta "Rıza'nın aşağılanması" nın çarpıcı yanı neydi? Tribünlerden daha koyu, daha sert, daha aşağılık küfürler eksik olmuş muydu? Analardan bedenlere uzanan, çokça hakemlerin maruz kaldığı "lafın şiddeti" pek mi azdı? Bu kez farklı olan galiba şuydu: "Gerçeklik". Bizzat gerçek olanın alay konusu yapılması. Yani yakıştırma, uydurma, genel geçer ama soyut küfürler, deyişler değil; gerçeğin kendisinin aşağılanması. Doğrudan bir insani durumun hor görülmesi. Herkesin kızgınlık anında savurduğu küfürlerden filan farklı olarak, bir çoğumuzun hayatının az ya da çok anına yerleşmiş küçümseme, küçümseyerek utandırma, utandırarak aşağılama, aşağılayarak ezme dürtüsü. Ya da birçoğumuzun hayatının az ya da çok anına vurmuş, silkinemeyeni yıkmış, kimini silkinirken karşı şiddetlere sürüklemiş, kimine şevk vermiş, kimini ise karşı safa "terfi" ettirmiş, aşağılanmıştan en koyu aşağılayıcıyı çıkaran hor görülme bunalımı.
Olanca tevazu ve yüksek bir kişilik ile o aşağılamayı cevaplayan Rıza Çalımbay' ın kendisi de, o pankartı ayıplayanlardan kimisi de, son kertede bir "savunma" ya sığındı: "Öyleydi ama kendini yetiştirmişti." Aşağılamanın bir de bu yüzden hak edilmediği meselesi. Bu elbette önemliydi ama, "kendini de yetiştiremeyenler", o fırsatı, o ilhamı, o imkânı, o beceriyi bulamayanlar, ama kısmetle, ama emeğiyle, ama aklıyla ve çabasıyla yukarıya zıplayamayanlar, aşağılanmayı kafadan hak mı edecekti! Aşağıdan yukarıya çıkamayanlar, yani milyonlarca insan, sırf orada kaldıkları için müstahak mıydı? "Fırsat eşitliği var" denen ama fırsatı bulanlarbulamayanlar, fırsatı yaratanlaryaratamayanlar düzeninde... Eşitlikçi ve adil gibi görünürken, örgütlü her kurumu en katı hiyerarşilerle yürüyen bu toplumlarda, "erat" ya emir, ya dayak, ya alçak sürünmeden birine hep razı olacak, ara sıra bir "aferin" le katık mı yapacaktı?
O yüzden, bu mesele; kişilik, karakter, olgunluk, terbiye vesaire meselesi olduğu kadar... Toplumsal, ekonomik hiyerarşiler, kategoriler, kompartımanlar, üstünlükler, üsttekiler ve alttakiler olarak, gündelik hayatımızın her anına kazınmış bir "dünya ve insanlık tasavvuru" meselesidir aynı zamanda. Kendinizi ve başkalarını bir izleyin, bakın. Ülkelerden insanlara kadar.
|