|
Aşkın yarattığı inanılmaz umut
|
|
Genelde savaş filmi deyip geçiyoruz. Oysa hangi dönemin hangi savaşı olduğu önemli. Sinema son dönemde birinci dünya savaşına ve onun özel koşullarına ilgi duyuyor gibi. Bizim "Gelibolu" belgeselimizle denk düşen bu eğilim, bu savaşın genelde yeterince anlatılmamış ve anlaşılmamış, çok karmaşık, kanlı ve ölümcül niteliklerinden kaynaklanıyor. Tam anlamıyla "pis" bir savaş bu: Tüm Avrupa'yı pençesine alan, çok ağır şartlarda gerçekleşen, çok sayıda insanın en sefil koşullarda yok olup gittiği bir savaş. Sinemanın yaşayan has görsellik ustalarından, "Şarküteri", "Kayıp Çocuklar Kenti", "Amelie" gibi başyapıtların yaratıcısı Jean-Pierre Jeunet'nin son filmi, bu savaşı en iyi biçimde canlandıran filmlerden. Bu açıdan, Lewis Milestone'un "Batı Cephesinde Yeni Birşey Yok" veya Stanley Kubrick'in "Zafer Yolları"nın hemen yanı başında yer alacak. Kendisi de sakat olan genç bir Fransız kızının, nişanlısının cephede öldüğünü kabul etmeyerek onu aramasını konu ediniyor film. Ama bu kadar basit değil... Birçok romanı filme alınmış ve genelde gerilim yazarı diye bilinen Sebastion Japrisot'nun bu vasiyet-romanı, anlaşılan hacimli bir kitapmış. Çünkü film çok sayıda kişilik, karmaşık siyasal, askeri durumlar ve üstüste veya içiçe verilmiş psikolojik yaklaşımlar içeriyor. İlk başlarda Jeunet'nin bu savaşı vermesi, tek sözcükle görkemli. Bu şaşırtıcı görsellik, bu dehşeti fazla estetize etmeden, en kanlı ve acılı haliyle verme özelliği film boyunca sürüyor. Ama yine de tam bir başarı değil. Çünkü çok sayıdaki kişilik ve olaylar, bir film boyutlarına indirgenememiş. Böylece film sürüklüyor ama aynı zamanda müthiş yoruyor. Ve yorgunluğumuz, sadece savaş sahnelerinin acımasızlığından değil, daha çok entrikayı izleme çabasından kaynaklanıyor. Her şeye karşın kişisel, kişilikli ve o ölçüde etkileyici bir film. Gerçek sinemaseverlere tavsiye olunur.
|