|
Hitler'in son günleri
|
|
Tarihin en büyük soykırımıyla suçlanan Hitler'i ve Nazizm dönemini Almanların gözüyle ele alan "Çöküş", Audrey Tautou'lu "Kayıp Nişanlı" ve Walt Disney'in muhteşem animasyonu "Robotlar" haftanın filmleri. Biri mutlaka sizin için...
Canavarların ölümü de bir dramdır
Tarihin en büyük soykırımıyla suçlanmanın kompleksiyle Hitler ve Nazizm dönemini neredeyse unutmayı seçmiş Alman ulusu, ilk kez bu "meşum kahraman"a ciddi biçimde yaklaşıyor.
Tartışmalı bir film. Almanlar büyük ilgi gösterdi, bu da ülkede Hitler üzerine tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Amerikalılar sevdi, Oscar adayı yaptılar. Fransızlar ise (eleştirmenler düzeyinde) biraz yukardan baktılar. Bana göre ise "Çöküş" son derece ilginç ve önemli bir film. İnsanlık tarihinin en büyük canisine, 20. yüzyıl gibi ileri bir çağda ve Avrupa gibi çağdaş bir kıtanın tam göbeğinde 6 milyon cana malolan bir büyük kıyımı neredeyse tek başına başlatmış olan bir çılgın adama, onca filmden sonra bambaşka bir yaklaşım. Çünkü, olaya "içerden" bir bakış bu. Hem Almanlar'ın bakması hem de Hitler'in en yakın çevresinde sonun nasıl geldiğini anlatması açısından.
FARKLI BİR BİYOGRAFİ Aslında ilk deneyim değil bu. Sinema tarihinde Hitler'e "yakından yaklaşma" deneyimleri oldu. "Hitler" (1961), "Hitler'in Son 10 Günü" (1973), "Moloch" (1999) gibi filmler ve özellikle ikincisinde Alec Guinness'in rolü unutulmaz. Ama bu film farklı. Öncelikle, ilk kez Almanlar'dan gelen bir yaklaşım bu. Tarihin en büyük soykırımıyla suçlanmanın kompleksiyle Hitler ve Nazizm dönemini neredeyse unutmayı seçmiş Alman ulusu, ilk kez bu "meşum kahraman"a ciddi biçimde yaklaşıyor. Ve onun en yakın çevresiyle birlikte son derece hazin biçimde, içiçe trajedilerle gelen akibetine sinema aracılığıyla eğiliyor. Farklı bir biyografi... Hemen hiç bir biyografi, böylesine olumsuz bir kahramanı ele almamıştır: Belki birkaç seri katil portresi dışında... Film bunu yaparken, bence kimi suçlamaların tersine, Hitler'i "insancıl" göstermiyor, zaafları yoluyla sempatik kılmaya filan kalkışmıyor. Tersine, bir yandan adamın açık deliliği, olaylarla birlikte giderek artan çılgınlığı beliriyor. Öte yandan, bırakınız kronik Yahudi düşmanlığını son dakikaya kadar sürdürmesi, kendi halkına karşı bile en küçük bir sevgisi olmadığı ortaya çıkıyor. Hiçbir fırsatta, sivil Berlin halkını, kadın ve çocukları, savaşan gencecik insanları düşünmüyor, gözetmiyor. Ölüm ve kıyım, onun için en doğal şeylerdir ve tüm insanlar gibi, Alman halkı da bunu bol bol hak etmiştir.
TARİHİ DERS Bu son derece yoğun biçimde dramatik film, dediğim gibi tarihin gördüğü en büyük caniye tuttuğu ışıkla önemli. Çünkü Hitler ve dönemi unutulmamalı, insanlığın belleğinde hep taze tutulmalı. Uygarlığın göbeğinde böylesi cinayetlerin nasıl olabildiği sorusu hep beynimizi kurcalamalı. Bu çerçeve içinde, o zavallı görünümü altında bir canavar ruhu taşıyan Hitler'i (hem de Bruno Ganz gibi müthiş bir oyuncu aracılığıyla) ve de etrafındaki Eva Braun, Göbbels, bayan Göbbbels, Himmler, Speed vb. kişileri daha iyi tanımak, doğrusu son derece ilgiye şayan bir tarih dersi...
|