Günü geçtiğinde...
Hani dün Başbakan'ın sözünden ilhamla "Günü geldiğinde" diye başlamıştık ya... Hani "iş takip eden gazeteciler" meselesine. Bütün meslek örgütlerinin "isimleri açıklayın" çağrısına. Hani "acı ve komik" diyerek. Acı ve komikti, çünkü, bu iş yeni değildi. Acı ve komikti, çünkü, uzak geçmişte de olduğu gibi, yakın geçmişte de, bu iş zıvanadan çıkmıştı. Acı ve komikti, çünkü, çok sayıda gazetecinin Meclis kulislerinde, başbakanlık, bakanlık koridorlarında kulis, lobi yaparken gördükleri meslektaşları, yöneticileri hiç mi vaki olmadı! Çok sayıda siyasetçinin tanık olduğu, araları bozulana kadar kulak verdiği, isteklerini not aldığı, randevular ayarladığı, hatta onlar adına bakanlıklarda, kamu bankalarında, Meclis oturumlarında, parti gruplarında "iş" kovaladığı hiç mi vuku bulmadı! Gazetecilik adına değil, ama gazetecilik sıfatını ve gücünü kullanarak, "manşet atarız, iki çakarız" gibisinden hem samimiyete, hem tehdide başvururken birilerinin fenersiz yakalandığı filan hiç mi bilinmedi yani! "Başbakan isimleri açıklasın!"
Allah aşkına, bütün bunları bilenler, tanık olanlar, görenler, misal Basın Konseyi'nde bulunmadı mı! Fındık fıstık ayıklandığı olmuştur da, herhangi biri "ayıklandı" mı... yoksa daha daha vazgeçilmez "adamım" lar mı oldu? Bu dönem için haydi Başbakan bir, iki isim verdi diyelim... Önceki dönem ne olacak? Bu işlere yatkın, sevdalı, gönüllü, omurgadan yamulmuşların dışında, "iyi gazeteci, iyi insan" niteliklerini hak etmiş olan niceleri bile, "iş takip" cephesine sürülmedi mi? Bir yayın grubunun farklı gazete ve TV'lerinin yöneticileri, hep bir arada, bir gövde gösterisi niteliğinde neden siyasetçi, bakan filan ziyaret etti ki? Daha Anayasa Mahkemesi Başkanı iken, etkili bir siyasetçinin, büyük medya adına, bir yasa için kulis yapmasına şaşıran, dudakları uçuklayan Cumhurbaşkanı, yıllardır büyük medya yöneticilerine neden randevu vermiyordu ki? Güneş Taner, koltukta iken yahut yatarken, o medya kuruluşundan bu medya kuruluşuna "gezelim, görelim" turlarına mı katılıyordu? Bir RTÜK yasası ile mecburi ekindeki "basın özgürlüğüne darbe" yasasının çıkarılabilmesi için seferber olan medya komutanı, neferi ve siyasi işbirlikçi sayısı saymakla biter mi?
Siz bu ülkede, hükümetin çıkardığı, Cumhurbaşkanı'nın veto ettiği "yabancılara medyada yüzde 100 sermaye" yasası etrafındaki tartışmaların çok objektif olabileceğine güvenebilir misiniz? Böyle hayati bir konuda, şurada burada, bilerek bilmeyerek yasa lehinde yazanlar, kendi başlarındaki birilerinin aynı anda "yabancılar" la iş takip ettiğini, şirket kapmaya çalıştığını niye dürüstçe açıklayamaz... en azından kuşku duymaz, öğrenince frene basamaz? Medya kuruluşlarının açıkladığı, kağıt üstünde iyi bir şey olan "ilkeler" neden sadece muhabirin filan "kendi namına" çıkar sağlamasını "ayıplayan, cezalandıran" maddeler içerir de, bizzat gazeteci sıfatlı yöneticilerin marifetlerini hoş görür? Sözde ahlak bildirgeleri yayınlayan büyük iş dünyasının TÜSİAD'ı, toplumun tümünü gözetmesi gereken medya yöneticilerinin, gazeteci sıfatı, basın kartı taşıyarak "kendi üyesi" ve kendi çıkarlarının parçası olmasını nasıl hazmeder... bunu nasıl ahlaki, ilkeli, demokratik ve adil bulabilir? Hepsi acı tamam; ama "üç maymun" un birden "isim açıklayın" diye bağırması, komik!
|