İkinci şans
AKP, 2002 seçimlerini kazanarak iktidara geldiğinde bu kendi açısından hem bir talih, hem de bir talihsizlikti. Tek başına büyük bir çoğunlukla hükümet etmek kuşkusuz AKP'nin işini kolaylaştıracaktı. Toplumun isteklerini dikkate alarak siyaset üretmesi, bu bağlamda AB hedefinin peşine ısrar ve inatla takılması AKP hükümetinin iktidar olmasını da kolaylaştırdı. Ancak aynı durum bir zaaf da oluşturuyordu. Genç, deneyimsiz ve kendi kimliğini tam tanımlamamış bir parti bu ölçüde mutlak bir iktidar durumunu kolay sindiremeyebilirdi. Muhalefetin pespayeliği hükümet partisinin de bir boşluğa düşmesine neden olabilirdi. Nitekim Süleyman Demirel daha ilk günlerde "Bu kadar büyük grubu yönetmek kolay değildir" diye ikazda bulunmuştu. Bu dengesizlik aşılamayacak bir duruma işaret etmiyordu. Ancak aşılabilmesi AKP'nin sergileyeceği önderlik, kendi kimlik arayışını tamamlaması, kendi çizgilerini netleştirmesi gibi unsurlara bağlıydı. Bunlar içinse AKP'nin donanımının yeterli olması gerekiyordu. Var olan donanım ve nitelikli kadro eksikliğini cemaatçi yapının ötesine giderek aşmaya çalışması halinde AKP hükümet olduğu kadar iktidar olmayı da başaracaktı. Önünde hazır bulduğu AB ve IMF yol haritalarına siyasi cesaret de göstererek uyduğu ölçüde AKP kendi donanımsızlık zaafının iktidarını eritmesini engelleyebildi.
Hükümet ve iktidar olma Bu bağlamda AKP'nin önündeki en önemli mesele, 17 Aralık zirvesinden sonra çizeceği rota konusunda kesin bir tavra sahip olabilmekti. AB'nin kendi iktidarının perçinlenmesindeki önemini unutan AKP'nin bu zirve sonuçlarına kızması, kilitlenmeyi ve savrulmayı gündeme getirdi. ABD seçimlerinden Lübnan'daki gelişmelere uzanan olayları doğru değerlendiremeyen hükümet içeride de bocalamaya başladı. Yavuz Donat'ın Süleyman Demirel ile yaptığı zamanlaması ve içeriği hayli manidar (bir bakımdan da kaygı verici) mülakatta da kıdemli siyasetçi kendi mesajını çok açık şekilde verdi. Derin devlet bağlamı içinde Süleyman Demirel'in aktardığı anılar ve yaptığı değerlendirmelerden çıkan sonuç galiba şu kadar basitti: Hükümet olmayı sürdüren AKP hızla iktidar yitiriyordu. Ortada çeşitli şekillerde ortaya çıkan bir iktidar boşluğu görülüyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın yetki dışında konuşmaları üzerine Demirel'in söylediklerindeki uyarı gayet açıktı: "... tartışma başladığı zaman yönetimde zaaf var demektir... yönetimde zaaf derin devlete cesaret verir". Ne ölçüde okur yazar olduğu bilinmeyen Sütçüler Kaymakamı'nın Orhan Pamuk'un kitaplarını imha etme girişimine hükümetin anlamlı bir tepki vermemesi de, insan hakları ihlallerindeki duyarsızlık veya 6 Mart dayağı karşısındaki tepki de bu boşluğun dışavurumu. Dış politikadaki yalpalamalar ve ancak naif gazetecileri inandıracak şekilde Afrika açılımlarını izah etmeye kalkmak da boşluğun parçaları. Boşluğu yaratan da AKP'nin kendi kimliği, Türkiye'nin dünyadaki yeri, gerçekçi bir dış politikanın öncelikleri gibi konularda kafasının karışık olması. AKP'nin hükümet olması bu parti için olduğu kadar Türkiye için de gerçek bir şanstır. Ancak bunu kullanabilmesi için kendisinin ve Türkiye'nin bulunduğu noktayı, Batı ittifakı içindeki ve Batı ile dünya arasındaki ilişkilerin dinamiğini iyi değerlendirmesi gerekiyor. Demirel'in söylediğinin aksine AB süreci içindeki siyasi açılma ve vatandaşların hukukunun güçlendirilmesi Türkiye'nin bütünlüğünün ve huzurunun teminatıdır. AKP bunu ne kadar çabuk anlar ve içselleştirirse kaybettiği iktidar alanını geriye alma ihtimali de artacaktır.
|