Soğanın cücüğü
Gazeteciliğin "etik" kuralları... Uluslararası, ulusal, örgütsel, kurumsal "sorumluluk ve doğru davranış" metinleri iki temel amaçla ortaya çıkmıştı. Biri, gazeteciliğin sınırlarını belirleme işini iktidarlara, devlete bırakmamak... İkincisi, o şekilde idrak edilen basın özgürlüğünün "sınırsız serbesti" sanılmasını önlemek. Gazeteciliğin, kamusal alanda bilgi, eleştiri ve tartışma mecrası olarak özgürlüğü ve... İnsan hayatlarının, üstelik bir "kamu yararı" bulunmaksızın tarumarının önlenmesi.
Açıkçası; İçten gelen, işte edinilen, başka kültür ve ahlak değerleriyle oluşmuş "ilkeler" dışında, mesleğin özgürlük ve etik tarihi üstüne ancak "köşe"ye çekilince daha yoğun bilgilenebildim. Meslekte yıllarım geçmiş, yöneticilik yapmış ve "gelenek, görenek, sağduyu, iyi niyet" gibi unsurların katkısı ile kanunların hizaya sokması ve habere sevgi, topluma titizlenme, bir de özsaygı dışında, omurgayı sağlam tutmanın "meslek ilkeleri" ne fazla kafa yormamıştım. 1995'te yöneticiliği bırakınca, "yaptığımız iş" üstüne daha fazla düşünme, soru sorma ve bilgilenme imkânım ve vaktim oldu. Bir manyak gibi, kullanabildiğim iki yabancı dilde kitaplar taşıdım. Dünyanın her tarafında, ama gerçekten her tarafında, gazetecilerin basın özgürlüğü mücadelesi ve meslek ilkeleri üstüne oluşmuş tarihleri ve metinleri inceledim. Bu, bir bakıma kişisel açıdan geç çaba, 10 yıldır "Dipsiz Kuyu"da çırpınan yazıların dışında bir meyve daha verdi.
"Meyve", bence hâlâ dünyanın en tutarlı ve ayrıntılı "gazetecilik etiği" metinlerinden biri olan "Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi" idi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde tartışılmış, orada kalmamış, sivil toplum örgütlerine de açılmış, sonunda 3 bin dolayında imzayla 1998'de bir "beyanname" olarak ilan edilmişti. "Bildirge"nin özü, sunuştaki şu ifadede yer almaktaydı: "Gazetecinin özgürlükleri, hakları ve sorumlulukları arasındaki kopmaz bağ." "Kopmaz" demiştik de, nasıl lime lime edildiğini, koparıldığını, abuk sabuk yamandığını bilmiyor muyduk! Kimileri "özgürlük" ten sadece kanunlar karşısındakini anlıyor, işletme içi özgürlüklere, vicdanın çeşitli çıkar ve baskılardan gerçekten bağımsız kılınmasına filan yanaşmıyordu. Kimileri "ahlaklı, sorumlu gazetecilik" noktasına geliyor; ama tüm haberleri temiz, tüm yorumları pırıldak, tüm fotoğraf ya da görüntüleri pak, "steril" bir gazeteciliğin dahi, bakmadıkları, görmedikleri, vermedikleri yüzünden "özgür ve sorumlu" olamayacağını anlamıyordu. Belki anlıyor ama ıslık çalıyordu.
Toplumun medyaya güvensizliği denen "istatistiki" mesele, sadece "yalan haber" yüzünden değildi. Haber seçimi, insanların asli sıkıntılarına duyarsızlık ve "verilmeyen, verilemeyen haberler" ile gazeteciliğin, daha ziyade şirket ve sektör çıkarlarının kovalanması, siyasi-bürokratik bağlar kurulması şeklindeki tezahürü asıl sorundu. O yüzden, bir baskı kurumu olarak iktidarların parlamenter çoğunluklar ile çıkardığı yasalara değil, "Bildirge, öncelikle vicdanlara emanet"ti. O yüzden, asıl mesele, "vicdan özgürlüğü"dür. Gazetecinin, haber, yazı, görüntü hazırlar ve sunarken, vicdanının her türlü baskı, cazibe, korku ve ihtiras karşısında ne kadar vicdanlı ve bağımsız ve özgür olabildiğidir.
|