|
|
|
|
|
Semerkand'da Hayyam'ın bağları
|
|
Yemyeşil bir şehir. Suyu bol, şarabı bol, yiyeceği bol... Kadınları ise öyle cilveli ki gördükten sonra Türkiye'deki hiçbir kadının dansetmeyi bilmediğini teslim edeceksiniz.
Orta Asya seferimiz sürüyor. Bir "Şark Masalı'ndan" günler bunlar. Gerçek anlamda bir turizm olmadığından, henüz kitle turizminin tarümar etmediği el değmemiş yerleri dolaşıyoruz. Her şey, her yer, nasılsa, bir zamanlar nasıl idi ise öyle duruyorlar neredeyse. Aslını isterseniz hem Semerkand hem de Buhara'da havaalanı da var. Ama uluslararası havayolları uçmuyorlar. Dolayısıyla Taşkent'e uçuyorsunuz. Sonrası ya karayolu ile ya da trenlik. Taşkent'ten sabahın erken saatlerinde yola koyuldunuz mu, geç öğlene Semerkand'a ulaşıyorsunuz demiştik. Şehre giden herkesin görmesi elzem mahalleri koşuşturarak tavaf etmekteyiz. Rejistan Meydanı, Gur-Emir Mozolesi, Şah Zinda Mezarlığı, Bibi Hanım Medresesi. Bunları gördünüz mü Semerkand'ın dünyevi-uhrevi zenginliğini öğrenmiş oluyorsunuz. Ama bir şey daha var. O da Uluğ Bey Rasathanesi. Dönemin astronomisine damgasını buran "Uluğ Beg"in dünyasını ziyaret etmelisiniz. Vakıa bir zamanlar dünyasının önde gelen rasathanesinin artık yükselen duvarları, mimarisi okunamıyor. Ama ne gam. Burası bir ziyaretgah/namazgah gibi. Şayet saatler ile, zaman ile, temeli Fatih Sultan Mehmet zamanında atılmış "Türk Astronomi Okulu" ile ilgilenmiş biriyseniz, Uluğ Bey'in dev "Sekstan"ının yanı başında bulunmak kadar heyecan verici bir şey olamaz. Neden mi? Buranın inşaında başrol oynadığı kesin Ali Kuşi daha sonra Topkapı Sarayı'na gelerek İstanbul'daki "okulu" kuracaktır da ondan. Nereden nereye... Zaten bu büyük yolun banisi Uluğ Bey ne demişti? Cetvellerinin girişinde Kuran'ın ayeti yer alır: "Bıraktığımız izler ne olduğumuzu gösterir." Büyük savaşçı Timur'un torunu Uluğ Bey daha çocukluğunda kalıcı olanın bilim ve sanat olabileceğini farketmişti. Çok sonraları ona atfolunan şu görüşün çarpıcılığına dikkat: "Dinler sis gibi dağılıyor imparatorluklar çözülüyor ama alimlerin çalışmaları ebediyyen baki kalıyor."
HER ŞEY YETİŞİYOR Bugün o sekstanın karanlık çukuruna düşen parlak ışık hüzmesi sanki bilim ve sanatın bu büyük hamisinin ismini aydınlatmak için orada! Tien Şan Dağları'ndan doğduktan sonra, batıya doğru 600 km. devam eden Zeref Şan Nehri'nin suladığı Semerkand suyun bolluğu nedeniyle her zaman yemyeşil bir şehir olmuş. Sular azaldı, nüfus çoğaldı ama bugünün kenti dahi yeşil bir kuşakla çevrili. Pamuk, buğday, arpa ve pirinç ziraatı yapılıyor. Özellikle kavun ve karpuz için orada eskiden beri süregelen merak çok belirgin. Eski dönemde ayrıca bağlar da yaygınmış. Şarapçılığın o dönemde günlük hayata yansıyışına geçen hafta değinmiştik. Peki bu kadim tarım toprakları mutfağa neler getiriyor?
ESNAF LOKANTALARI Bugünün Semerkand'ında sofraya gelenler şunlar: Muhtelif turşular, taze kişniş, taze soğan, sarmısak, tere, roka lezzetlerinin tarifi olmayan envai çeşit yeşillik; artık bizde eser miktarda dahi kalmayan kendi tadında domates, biber, salatalık, acur. Takiben çorba, et, pilav. Hiç söylemeye hacet yok, her şey çok yağlı. Yağlı size ne anlatıyor bilemiyorum. De facto şu: Çok çok yağlı. Eğer bu malzemede benim gibi tutumlu durmak istiyorsanız, sakın "Az yağlı" demeyin. "Hiç yağ istemiyorum" demelisiniz! Ancak o zaman kabul edilebilir bir miktar gelebilir önünüze! Peki bu yemekler nerede yenilir? Önerim hallice bir esnaf lokantası bulup öğle yemeğini orada mahalli nüfus ile birlikte yemeniz. Bu sizi lüzumsuz turistik muameleden azad edeceği gibi hakiki mutfak dediğimiz eksene oturtacaktır. Üstelik hemen aynı yemeği akşama abartılmış bir dekorasyon ve ağzına kadar açılmış bir müzik eşliğinde ağzınızın tadı kaçarak yiyeceksiniz. Neden mi? Adet öyle. Bizde de var ya, hem yiyip, hem "oynayarak", akşamı safa ile geçirmek İşte o fasıldan. Şunu da söylemeden geçemeyiz. Özbek kadınların edasını, cilvesini gördükten sonra, Türkiye'deki hiçbir kadının dansetmeyi bilmediğini teslim edeceksiniz. Ertesi sabah. Yolcu yolunda gerek. Ama Semerkand'dan ayrılmadan son bir ziyaretimiz var: Efrasiyab. Kentin batı çıkışındaki arkeolojik sit alanı. Doğu İran efsanelerindeki meşhur krala atfen adlandırılan mahaldeki kazılar halen sürüyor. Çok katmanlı bir açık hava müzesi gibi İskender de var, Soğdaklar da orada. Burası hakim bir tepe. Edgar Allan Poe'yu hatırlıyoruz: "Ve şimdi, bakışlarını Semerkand üzerinde gezdir! O, yeryüzünün kraliçesi değil mi? Tüm kentlerin kaderini ellerinde tutmuyor mu?" Artık istikametimiz Buhara.
|
|
|
|
|
|
|
|
|