|
|
|
|
|
|
Demokrasiyle uyanış
Tek parti dönemine özgü yasaların ve cemiyetler yasasının değişmesi, Masonlar'a "uykudan uyanmak" için güçlü bir fırsat doğurdu DP'li vekilin, kurumun kapatılması için verdiği önerge yine DP'lilerin oylarıyla reddedildi, Mason locaları tekrar mallarına kavuştu. İktidarın verdiği güvence ile Mason Cemiyeti kendi gelişmesiyle uğraşmaya yöneldi. Böylece yeni binaya taşınıldı.
Atatürk'ün bir anti-Mason olmadığı kesindir, ancak kapatılmanın onun onayı olmadan imkansızlığını kabul etmek gerekir. Amacının, içine kapalı sadece bazı seçilmişlere hitap eden bir kurum yerine, halka inen -Halkevleri gibi- yapıları ön plana çıkarmak olduğu bellidir. Büyük bir olasılıkla, devlet gücüyle kapatarak sosyalist ya da faşist rejimlerini izini takip ediyormuş izlenimini vermemek için, kendi kendilerine kapanma kararı almalarını öneren o olmuştur. Bunun Masonlar'ın da işlerine geldiği, kurumun geleneğinde bulunan "uykuya yatma" yöntemini tercih etmeleriyle ortaya çıkıyor. Böylece, uygun zaman gelince uyanmaları mümkün olabilecekti. Kapanış bildirisindeki "Türkiye Cumhuriyeti'nde hakim olan demokratik prensiplere uyma" ibaresi, tek partili bir rejim hakkında abartmalı görülebilir. Ancak devrimin çerçevesindeki değişimin hedefini göstermesi açısından ilginçtir. Bilindiği gibi, 1930'da çok partili rejim denemesi yapılmış ancak toplumun henüz hazırlıksız olması karşısında vazgeçilmişti. O dönemde Avrupa'daki siyaset yorumcularının da faşist İtalya, Nazi Almanya, sosyalist Rusya'daki diktatörlüklere kıyasla Türkiye'deki rejimi "demokratik diktatörlük" gibi hiç alışılmamış bir deyimle niteledikleri bilinir. Devrimlerin özümsenmesi için gereken süreyi hesaplayarak ve hedefin demokrasi olacağı inancıyla Masonlar'ın bu deyimi kullandıkları anlaşılıyor. Demokrasiye geçiş ve tek parti dönemine özgü yasaların, bu arada cemiyetler yasasının değişmesi, "uykudan uyanmak için" Masonlar'ın aradıkları fırsatı doğurdu. 5 Şubat 1948'de, 'Türkiye Mason Derneği' ismiyle bir dernek kurmak üzere 7 kişinin imzaladığı bir dilekçe İstanbul vilayetine sunuldu. Aralarında iki profesör (Hazım Atıf Kuyucak ve Mustafa Hakkı Nalçacı) ve üç emekli memur vardı. Hiçbiri siyaset dünyasında rol oynamış kişiler değildi. Çok ihtiyatlı bir başlangıcı planlamış oldukları hissediliyordu. Haklı oldukları, basında ilk haberler belirir belirmez, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras ve Kazım Özalp'in girişime katılacakları hatta liderlik yapacakları hakkında haberlerin görülmesiyle ortaya çıktı. Üçü de Atatürk'ten sonra İnönü'nün dışladığı kimselerdi. Onları öne sürmekle Masonluğun yeni girişimine siyasi bir nitelik verilmek isteniyordu. Eski dönemin en ünlü Büyük Üstadı Mim Kemal bile -ister samimiyetle, ister maksatlı olarak- girişimden haberi olmadığını ama candan destekleyeceğini belirtmekle bu tutumu onaylamış olduğunu açıklamıştı. Başlangıç olarak dönemin çok saygın tiyatro artistlerinden Behzat Budak'a kurum hakkındaki düşüncelerinin açıklattırılması da şimşekleri çekmemenin hedeflendiğini gösteriyordu.
ULUSLARARASI BAĞLANTI İHTİYACI Bu taktik aşırı milliyetçi ve dinci kesimin tepkilerini tabii ki engellemedi. Cevat Rifat Atilhan, Raif Ogan, Yılanlıoğlu İsmail Hakkı, Gazi Yiğitbaş gibi karşıtlar içlerini dökmeye giriştiler. Kazım Karabekir'in, Masonlar'ı İngiliz ve Fransızlar'a hizmet veren, aralarındaki Museviler'le etkinliklerini artıran kimseler olarak tanıtan yazısı bile hemen yayınlandı. Kabul etmek gerekir ki, 1948'in yoğun partiler arası siyasi polemikleri ve de komünizm avcılığı kampanyaları ortasında, anti-Mason kampanya kamuoyunu büyük oranda etkilemedi. Örneğin faşist eğilimli Atilhan'ın Mason törenlerini madde madde eleştiren ve Mim Kemal'in kurumun ilkeleri hakkındaki ifadelerini satır satır didikleyen yazısına cevap veren çıkmadı. Polemiklerden kaçınıyor, onun yerine kongrelerini yaptıklarında genel bildiriler yayınlayarak kamuoyunu tatmini yeğliyorlardı. Açıkçası 1931-32'deki polemik üslubunu terk etmişlerdi. Türkiye'nin içe kapanıklıktan çıkıp dünyaya açılma dönemine girdiği dönemde Masonlar da uluslararası bağlantı ihtiyacını hissettiler. Yüksek Şura'ya bağlı yeni localar kuruluyordu. Ama uluslararası kabul için ondan ayrı özgün bir Büyük Loca (Mahfil) gerekliydi. Yüksek Şura bunun için girişimde bulunup Büyük Loca'nın Muvazzaflarını seçmek üzere toplantı düzenledi. Ancak orada, Masonluk aleyhinde basında çıkan haberler üzerinde tartışılıp bunlar yine basına yansıyınca, anti-Masonlar'a gün doğmuş oldu. Demokrat Parti milletvekili Ahmet Gürkan Meclis'e Masonluğun kapatılması için kanun teklifinde bulundu. CHP'nin sözcüsüUlus'ta yayınlanan ve birçok milletvekilinin Mason olmak için başvurduğu haberinin yalanlanmamış olması sebebiyle konunun açıklanması da istendi. Mim Kemal Öke, geçmişte de CHP tarafından aynı yönde bir teklifin yapıldığını, ancak İçişleri Bakanlığı'nın tahkikatı sonucu milliyetçi bir kurum olması ve kökünün dışarıda bulunmadığının saptanmasıyla faaliyetine devamına izin verildiğini anımsattı.
'MASON OLACAĞIM GELİYOR' Gürkan ve arkadaşlarının önergesinde geçmiş dönemlere nazaran farklı olan artık Siyonist suçlamasının bulunmamasıydı. Ağırlık din karşıtlığına ve komünizme destek verici bir örgütlenme oluşuna verilmişti. "Tekkeleri kapattığımız halde bir tarikat olan Masonluk neden ayakta duruyor?" diye soruluyordu. DP'den de gelen cemiyeti savunanlar işi sert polemiğe dönüştürmemek için öyle yumuşak yanıtlar hazırlamışlardı ki Gürkan'ın kendisi "Teklifimiz aleyhinde rapor düzenleyenler arkadaşlar Masonluğu o kadar methettiler ki benim de Mason olacağım geliyor" demekten kendini alamadı. İçişleri Bakanı Özyörük, Atatürk zamanındaki kapatmanın bir kanun kararına bağlı olmadığını anımsattı. Kapatmayı gerektirecek bir suç kanıtlanmadıkça yapılacak bir şey bulunmadığını belirtti. Açık oylamada önerge 52'ye karşı 126 oyla reddedildi. Salonda yeterli çoğunluk bulunmadığı anlaşılınca tekrar oylama yapıldı ve bu sefer 58'e karşı 169 oyla reddedildi. Dikkati çeken, CHP'nin anti-Mason davranışına uyan DP'li milletvekillerinin de belirmesiydi. Aslında iktidardaki DP'nin yöneticileri, CHP'yi bütün mallarından arındırmayı tasarlarken, zamanında Halkevleri'ne devredilmiş Mason mallarını da bahane etmek istediklerinden, kendi milletvekillerinin önergesini engellemişlerdi. Hatta bu yüzden Meclis reis vekillerinden birinin önerge sahibine şiddetle çattığı ve aralarında büyük bir tartışma çıktığı basına bile yansımıştır.
YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI DP iktidarının desteğini sağlamanın verdiği güvence ile Mason Cemiyeti kendi gelişmesi ile uğraşmaya yöneldi. Halkevleri'nin kapatılması ve mallarının iadesi kararı Meclisçe Ağustos 1951'de onaylanınca uygun bir bina arayışı başlatıldı. Böylece Beyoğlu Nuru Ziya Sokak 21 numaradaki binaya yerleşildi. Temmuz 1955'te Ankara Bölgesi Büyük Locası'nın kurulması ve Üstatlığına Kemalettin Apak'ın yardımcılığına ise, Başbakan Menderes'in müsteşarı Ahmet Salih Korur'un seçilmesi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Hem bağımsızlığı korumak, hem de dünyada en çok Mason'a sahip olan Amerika Masonluğu'nca tanınmak gerektiğinde birleşildi. İstanbul üstünlüğünü kaybetmek istemiyor, DP ise Ankara'nın bağımsızlığıyla bu kurumu güdümünde tutmak istiyordu. Sonuçta Ankara Merkezli Türkiye Büyük Locası kuruldu ve başkanlığına da Ahmet Salih Korur getirildi. Bu kararla Yüksek Şura etkisizleştirilmiş oluyordu. İstanbul da tutumundan vazgeçmeyince birbirine muhalif iki başlı bir yapı ortaya çıktı. İkilik ancak, Aralık 1956'da düzenlenen Konvan'da tek bir Türkiye Locası oluşturulması konusunda anlaşmaya varılması ve Korur'un Büyük Üstatlığı kabul edilmesiyle aşılabildi. Korur'un gündeme getirilmesinde Menderes'in Masonluğun etkisinden yararlanmaya yönelik bir politikası bulunduğunu DP milletvekillerinden gazeteci Mithat Perin bana şöyle anlatmıştır: "Menderes, Ahmet Salih Korur'un Mason ilişkileri sayesinde işleri daha kolay yürüttüğüne inanmıştı. Bu sebeple bürokrasi ve iş aleminde DP eğilimi taşıyanların Masonluğa alınmasını teşvik etmesini müsteşarından istedi. Bu çerçevede biraderler arasına karışanlardan biri de Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel olmuştur. Korur'un asıl büyük rolü 17 Şubat 1959'da Menderes'in Londra'da uçak kazası geçirip İngiltere'de hastaneye yatırıldığında görüldü. Doktorları başbakanın bir yıl dinlenmesini ve görev almaması gerektiğini bildirmişlerdi. Menderes ise ne olursa olsun iktidarı bırakmak niyetinde değildi. Böyle bir rapor kamuoyuna açıklanırsa, yaklaşmakta olan seçimlerde kaybedebileceği endişesindeydi. Korur'dan Mason ilişkilerini kullanarak raporu ortadan kaldırmasını istedi. 26 Şubat'ta Türkiye'ye döndüğünde, rapor yok edilmişti ve Menderes hiçbir engeli bulunmayan bir siyasi olarak toplumun karşısına çıktı."
Orhan KOLOĞLU
|
|
|
|
|
|
|
|
|