| |
Abdül
90 yıl önce Gelibolu'da, tarihin en amansız savaşlarından biri, usul usul sona doğru yaklaşıyordu. Binlerce ölü ve yaralı vermiş olan Osmanlı orduları, kazdıkları siperlere mıh gibi çakılmışlar, bir milim bile geri gitmiyorlardı. Binlerce mil uzaktan bu toprakları fethetmeye getirilmiş ANZAC (Avustralya ve Yeni Zelanda) askerleri ise, zafer kazanamamış olmanın ruh ezikliğini, savaşta tanıdıkları bu ilginç "düşmana" saygı duyarak telafi ediyorlardı. Kasım 1915'te ANZAC'lar okul dergilerine benzer bir dergi çıkarmaya başladılar. Savaştan sonra yayınlanan bu ANZAC notlarından iki tanesini okuyucuya sunmak istiyorum. Birisi, artık savaştan usanmış ve neredeyse iyice dost haline gelmiş askerlerin karşılıklı ilişkisini anlatıyor. İşte Avustralyalı bir askerin notu: "Türk tarafından bir not fırlatıp, Konstantinopolis'in ne kadar uzakta olduğunu sormuştuk. Türkler, 'Konstantinopolis'e ne kadar uzaklıkta olduğumuzu soruyorsun. Oraya ne kadar zamanda varmak isterdiniz?' diye bir cevap notu atmışlardı. Fırlatmak için ağırlık olarak bir bıçak kullanmışlardı. Bıçağın iade edilmesini istiyorlardı. Bıçak geri fırlatılmış ama kısa düşmüştü. Aralarından birinin bıçağı almaya gideceğini ve ateş edilmemesini istediler. Başka bir gün de, herhalde bir Alman subayı yaklaşmaktaydı ki, birden Türkler bizimkilere, siperlerine dönmelerini işaret ettiler. İşareti alır almaz bizimkiler siperlere koştular, biraz sonra karşıdan makineli tüfek ateşi başladı. Ama kimseye bir şey olmamıştı. Bu, Türk'ün savaşırken ne kadar adil olduğu hakkında fikir verir." İkinci belge, Avustralya savaş muhabiri C.E.W Bean'in yazdığı "Abdül" isimli şiirdir. Gazeteci Bean, bu şiirinde Abdül adı altında Türk askerini anlatmaktadır. Tepelerden saldıran gençlerimize içtik Sahile hücum eden askerlerimize, Tünelcilerimize ve özel savaş birliklerine, Hepsinin şerefine birer kadeh kaldırdık; Ve topçulara ve sedyecilere Ancak içkiler soğumadan Size birinden söz edeceğim, Ki, adı ABDÜL.
Onu göremiyoruz son zamanlarda, Ama sakın şu şapka onun olmasın, Salınan karşı mazgalda... Şu, bizim hep ateş ettiğimiz; Geceleri soluğunu işittiğimiz, Karanlıkta nöbet tutan İşaretler vererek, cıvıldayıp şakıyan Erkenci bir tarla kuşu gibi
Taze dallar çatırdadı, Diz üstüne çökerken biz, Koca, kapkara gölgesi ezip geçti, Bir gergedanın ağaçları ezip geçtiği gibi. Onun fırladığını gördük dalga dalga, Sabahın semalarına; Mermilerimiz tam hedefini buldu, Ve o, nasıl ölüneceğini biliyordu.
Evet, cephede ölümünü gördük onun, Tıpkı bizim çocukların öldüğü gibi, Zavallı koyu gözleri döndü Umutsuz gökyüzüne
Kırılmış, zavallı kolları açılmıştı, Aynı ismi verdiğimiz Tanrı adına... Ve bu yüreğimizi paralayıp aldı, Ama düşmüştük bir kez bu kanlı oyuna.
Adın mürekkep kadar kara olsa da, Katil ve çapulcu olarak Ren'li Hıristiyanlarınla yan yana, Seni yargılayacağız Bay Abdül, Bilebildiğimiz bir sınav ile Yaşarken ve ölürken, aldığın her nefeste Sen hep bir beyefendiydin bizce.
(Kaynak: Gelibolu-1915, Kevin Fewster-Vecihi Başarın-Hatice Hürmüz Başarın. Galata Yayınları, Ocak 2005)
|