Sıcak paraya vergi
Sıcak paraya vergi 35 yıldır tartışılıyor. İlk öneri, Nobel kazanmış Yale Üniversitesi profösörlerinden James Tobin tarafından ortaya atıldı. Prof. Tobin, 1971 yılında ABD dolarına dayalı sabit kur sisteminin iflas edip esnek kura geçildiği sıralarda, döviz kurlarının istikrarlı olması gereğine inananıyordu. Bu nedenle, "Her döviz kuru hareketinden, çeşitli piyasalardaki değişik faiz oranlarını eşitleyen küçük oranda bir vergi alalım. Bu verginin oranını ülkeler kendileri tespit etsinler. Böylece kur hareketleri azalır ve sistem istikrara kavuşabilir" şeklinde bir görüş geliştirdi. Ancak bu öneri, uluslararası işlemleri ve likiditeyi azaltması yanında liberalleşmeye aykırı olduğu gerekçeleri ile başlangıçtan itibaren kabul görmedi. Tobin, bu yaklaşımını biraz değiştirerek daha sonra tekrar gündeme getirdi. 1996 yılında, spekülatif sermaye hareketlerini azaltma niteliği yanında, toplanacak bu tür bir vergiden oluşturulacak fonun Dünya Bankası aracılığı ile uygun amaçlı yerlerde kullanılabileceği savı ile önerisini yineledi. Akademik çevreler, bu son öneriye sempati ile bakarken, sanayileşmiş ülke yöneticileri uygulama zorlukları, piyasaların serbestleşmesi ve derinleşmesi ilkesine aykırılığı nedeniyle döviz hareketlerinden vergi alınmasına yanaşmadılar. Bu eğilimleri halen de sürüyor. Ancak, uluslararası finans sisteminin "en zayıf halkası"nın kısa vadeli spekülatif sermaye hareketleri olduğu açık. Başka bir tanımlama ile "söylentiye dayalı sermaye" diye de adlandırılan bu fonların, bizim gibi ülkelere ne denli kötülükler yaptığı ortada. Buna karşı önlemler geliştirip uygulamaya konulmasının bir zorunluluk olduğu da kuşkusuz. Tobin vergisini her döviz işlemi bazında değil, ülkeye girdikten kısa bir süre sonra çıkan fonların üzerine, faiz oranları farklılığını giderecek şekilde bir vergi koyarak, yavaşlatmak pratik çözüm yolu gibi görünüyor. Ancak bu önerinin uygulama güçlüğü var. Birincisi, bu verginin koyulacağı dedikodusunu duyan ve vergiyi ödemek istemeyen sıcak para bir anda ülkeyi terk eder. Giden dövizin yerine aynı tutarı, başka bir yolla koyamazsanız finansal krizden kurtulamazsınız. Bu eğilime bir de "iç sıcakçılar ve ılıkçılar" katılırsa tam bir kaos olur. Vergisini ödeyip çekip giderse, onun boşluğunu doldurmak zaman alır. Türkiye'nin yıllık dış finansman gereksiniminin 60 - 70 milyar dolar olduğunu unutmayalım. İkincisi, tek veya bir grup ülke bu yola başvurursa Tobin'in düşündüğü faiz farklılıklarını azaltarak sıcak parayı sistem dışına çıkarma işlevinin başarı şansı azalır. Sermaye bu tür verginin olmadığı ülkelere gider. Üçüncüsü, gelişen ülkelerin, fazla olmasa da dış ticaretin finansmanı gibi alanlarda kısa vadeli uluslararası likiditeye ihtiyaçları vardır. Konulan vergi, bu ülkelere akan uluslararası likidite arzını azaltır, volatilitesini artırır. Önemli konulardan birisi de, girenlere mi yoksa çıkanlara mı verginin uygulanacağıdır. İkisinin de güçlükleri mevcuttur. Kısa vadeli sermayenin ödeyeceği vergiyi kullanıcıya yüklediği veya parasını yatırdığı ürünün fiyatını artırma olanağı bulunduğu durumlarda vergi anlamsız kalabilmektedir. Denge, faizlerin artışı ve malın fiyatının yükselişi ile kurulunca sıcak parayı önleme başka sorunları da beraberinde getirmektedir. Biz bu vergiyi, adını koymayarak geçmişte uyguladık. Merkez Bankası 1994 krizinde, bankaların pasifine giren döviz kredilerini mevduat munzam karşılığına tabi tuttu . Bu bir tür vergiydi. Ayrıca, bir yıldan kısa vadeli olan kredilere KKDF ( Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu) adıyla ek vergi konuldu. Kredilerin çoğu bir yıl bir gün vade kaydı ile gelip vergiden kurtuldu. Mevduat munzam karşılığına tabi tutulanlar da bu ek masrafı kullanıcıdan faizi artırarak aldı. Bu iki önlem de bir işe yaramadı. Sıcak paraya vergi koyma fikri cazip gibi görünüyor. Ancak uygulamada bir çok sorunu var.
|