| |
|
|
Muhafazakârlığın çevresinde liberal yürüyüş..
Kuzey Avrupa'nın havası gibi, edebiyatı da, mizahı da, sineması da sakindir, serindir. Dünkü pazar günü, yıllar önce okuduğum bir İsveç hikayesi geldi aklıma. Baba ve oğul her pazar yiyeceklerini hazırlayıp sırt çantalarına koyar ve 10 kilometrelik yürüyüşlerine başlarlarmış. Yürüyüşün bittiği kırlarda çantalarını açıp yemeklerini yerlermiş. Sonra 10 kilometre yürüyüp evlerine geri dönerlermiş. O pazar yine yemeklerini çantalarına yerleştirip evden çıkacakları sırada, müthiş bir yağmur başlamış. Oğlu babasına bakmış, sormuş: - Ne yapacağız? Bu yağmurda yürüyemeyiz ki.. Baba gayet sakin cevap vermiş: - Yürüyüşümüzü yapacağız. Ama dışarıda değil evde, yemek masasının etrafında yürüyeceğiz. Yemek çantaları sırtlarında, masanın çevresinde 10 kilometre dönmüşler. Yürüyüş bitince çantalarını açıp, yemeklerini masaya sermişler, yemeye başlamışlar. Baba oğlundan tuz istemiş. Oğlan tuzu çantasına koymayı unuttuğu için mutfağa yönelmiş. Tam mutfağın kapısındayken babası bağırmış: - Ne yapıyorsun sen. Tuzu almak için eve gitmeli ve tuzu alıp buraya geri dönmelisin. Oğlan çaresiz masanın etrafında 10 kilometre yürümüş. Sonra mutfağa gidip tuzu almış. Bir 10 kilometre daha döndükten sonra tuzu babasına uzatmış. Güneş batmış, akşam vakti gelmiş. Masayı temizleyip artan yemekleri çantalarına koymuşlar. Geri dönmek için yürüyüşe başlayacakları sırada, oğlan babasına dönmüş: - Baba ben çok yorgunum. Eve dönmesek de akşam burada kalıp uyusak olmaz mı, demiş. Baba biraz düşünmüş ve sonra, - Tamam burada kalalım bu gece, demiş. Baba ve oğul o geceyi orada geçirmişler. Biz Türkler tabii ki İsveçliler veya Norveçliler gibi soğukkanlı bakamayız olaylara. Neticede aklımızın bir ayağı Orta Asya'da, bir ayağı Akdeniz'dedir. Vücudumuz Anadolu'da, beynimiz ise bazen Ortadoğu'da, bazen batı Avrupa'dadır. Liberal demokrasiye ulaşmak için, muhafazakarlığın masası çevresinde ha babam de babam dönmemize, "Tarihi Yolculuk" diye bakmamız bu yapımızın gereğidir. Yıllar önce, henüz Batman Rafinerisi kurulurken bölgedeydim. Petrolcüler ve rafineri mühendisleri kamplarda yaşıyorlardı. Kış ortasıydı, yollar bataklık gibi çamurdu. Bir genç mühendis çamura bulanmış bir kamyonla geldi kampa. Arkada işçilerin bulunduğu kamyon çamura batmış. Mühendis pencereyi açıp, arkadaki işçilere "Kamyonu itin, çamurdan çıkalım" diye seslenmiş. Kamyonun kasasından hamle sesleri geliyor ama kamyon kıpırdamıyormuş. Mühendis inip bakınca, işçilerin kasadan inmeden kamyonun şoför mahallini ittiklerini görmüş. Bunları anlatırken gülmek yerine sinirleniyordu genç mühendis. Oysa bu anlattığı, Türkiye'de bazılarının "Değişim"i yorumlama biçimini yansıtan güzel bir öyküydü.. Neyse.. Kuzey Avrupa'ya özenme yazısını, Çetin Altan'dan duyduğum bir Kuzey Avrupa kokan fıkrayla bitireyim. Adam barmene "Bana votka ver, sakın içine limon suyu koyma" demiş. Barmen de "Elimizde hiç limon suyu kalmadı, votkanıza portakal suyu koymasam olur mu" diye cevap vermiş. Şimdi bir Türk olarak "Bana votka ver, sahte olmasın" demeniz daha mı uygun düşerdi bu fıkrada?
|